Olaylar Ve Görüşler

Yerel Seçimlerin Ardından - 2

13 Nisan 2019 Cumartesi

31 Mart’tan sonra ne olacak?

Türkiye’de siyasal ve toplumsal hayatta yeni bir dengenin oluştuğu ve bir dönüşümün başladığı açık. Ancak bu dönüşümün başlamış olması hukuk planında sürmekte olan sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor.

Dün yayımlanan yazımda 31 Mart seçim sonuçlarını ortaya çıkaran temel nedenleri belirlemiştim. Bugün ise seçim sonrası dönemde ülkemiz siyasetinin içine gireceği yeni ortamı ele alacağım.

İş dünyasıyla İlişkiler
Seçimlerin ardından Erdoğan için en önemli sorun iş dünyasıyla ilişkiler alanında ortaya çıkacak. Erdoğan ve partisi ekonomi-toplum ilişkileri bakımından çok özel bir dönüşüm döneminde yükseldi. Küreselleşme döneminde hemen her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de merkezi hükümet için ekonomi politikalarında önemli kısıtlar ortaya çıkmıştı. Bu evrede merkezi iktidar yoluyla hükümete yakın iş çevrelerine avantajlar sağlamak zorlaştı. Küreselleşmenin yarattığı -sermaye hareketliliği, piyasa kurallarının egemen hale gelmesi gibi- kısıtlar bu durumun en önemli nedeniydi.
Buna karşılık 1980’ler sonrası ortamda merkezi yönetimin birçok yetkileri belediyelere devredildi ve belediyeler iş dünyası için önemli imtiyazları sağlayan siyasi birimler haline geldi. Erdoğan’ın yükselişi hem bu dönüşümün temel belirleyicisi hem de sonucuydu. “Milli Görüş gömleğinin çıkarılması” da “mücahitlikten müteahhitliğe” doğru yaşanan bu değişimle ilgiliydi.
Özetle AK Parti’nin İstanbul, Ankara, Antalya başta olmak üzere ülkenin önemli sanayi, ticaret, finans ve turizm merkezlerini kaybettiği bu ortamda eski dönemde geçerli olan AK Parti-iş dünyası ilişkileri kalıbı artık geçerli olamaz. Basına yansıyan usulsüz ihalelerin ve transfer edilen kaynakların büyüklüğü düşünüldüğünde AK Parti için seçimden sonra işlerin zor olacağı anlaşılıyor. AK Parti’nin kendini destekleyen en önemli kesimle (yerel yönetimlerle bağlantılı iş çevreleri) ilişkilerinde bir krizin kapıda olduğu açık. İktidarın bu şartları değiştirecek bir alternatifi de bulunmuyor.

Kayırmacılığa dayalı sosyal ağlar
Diğer taraftan küreselleşmenin yarattığı ağır sosyal maliyetlerle baş etmek için belediyelerin desteğiyle oluşturulan sosyal ağların AK Parti’nin desteğini sürekli kılmak için çok önemli olduğunu hatırlatalım. Şöyle ki son 25 yılın kayırmacılığı temel alan sosyal ağları (önceki dönemlerden farklı olarak) belediyeler ve sivil toplum kuruluşları eliyle oluşturuldu. Sosyal ağların (özellikle tarikatlar, cemaatler ve onlarla ilişkili dernek ve vakıflar) ördüğü yardım politikası evrensel bir kategori olan yurttaşlığı değil parti sadakatini ve kayırmacılığı temel alıyordu.
Sadece İstanbul örneğini hatırlatmak yeterli olur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin vakıf, dernek, okul ve okul spor salonlarına yaptığı desteğin toplamı 847 milyon 592 bin 858 lira, 27 kuruş. TÜGVA bu hibeden 74.3 milyon lira alıyor. TÜRGEV ise 41.1 milyon lira. Karaman’da küçük çocuklara taciz edildiği iddiasıyla uzun bir süre gündemden düşmeyen Ensar Vakfı’nın bu destekten aldığı paysa 28.7 milyon lira. Bunların yanı sıra adını sanını ve tam olarak ne yaptığını bilmediğimiz bir dizi vakıf da yine milyonlarca lira hibe alıyor.
Bu yardımların parti aidiyeti yerine yurttaşlığı ve hakları temel alan bir yaklaşımla dağıtılması AK Parti’ye desteği sürekli kılan sosyal ağları ortadan kaldıracaktır. Unutmamak gerekiyor ki bu kaynaklar halk için, şehirler için, hakça, adaletle ve liyakatle dağıtıldığında belediyelerin vatandaşlar için yapabileceği çok fazla şey var. Özetle AK Parti küreselleşme koşullarında artan kent yoksulluğunu belediyeler ve onlara dayalı sosyal ağlarla “yönetme” çabası içinde olageldi. Buradan da kayırmacılığa dayalı bir destek buldu. AK Parti için bu alanda da deniz tükenmişe benziyor.

Demokrasiye dönüş?
Bir süredir hem demokrasiyi hem de otoriter bir rejimi eşzamanlı olarak yaşıyoruz. Bir yanda sandık, seçimler, siyasi rekabet var. Ama diğer taraftan medya kontrolü, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, devlet imkânlarının siyasette alabildiğine kullanılması gibi gelişmeler yaşanıyor. CHP’nin önemli metropollerde seçimleri kazanması tek başına Türkiye’ye demokrasiyi getirir mi? Denge ve denetlemeyi mümkün kılar mı?
Türkiye’de siyasal ve toplumsal hayatta yeni bir dengenin oluştuğu ve bir dönüşümün başladığı açık. Ancak bu dönüşümün başlamış olması hukuk planında sürmekte olan sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor. Türkiye’nin 2017 anayasa değişiklikleriyle girdiği bu ortamda CHP’nin seçim başarısı “Erdoğan rejimi” üzerinde hukuki bir kısıt yaratmayacak. Ancak CHP’ye geçen belediyeler sahip oldukları kaynaklar, kapasite ve etkileşim gücüyle yeni bir siyasal ve toplumsal ortam yaratacak. Bu ortam da Erdoğan rejimine bir kısıt oluşturacaktır.

Siyasette başarı
Aslında bu durum bize çok açık bir gerçeği gösteriyor. Siyasette başarının anahtarı devlet olanaklarında, maddi güçte ya da kontrol ettiğiniz medyanın propaganda kapasitesinde değil. Başarı sağlam bir fikre sahipi olmak ve seçmenleri bu fikre ikna edebilmekle mümkün. Bu nedenle artık “Erdoğan ne yapacak” sorusu yerine “CHP ne yapmalı” sorusunu tartışmak gerekiyor. Çünkü artık Erdoğan’ın yapabileceği bir şey kalmadı. Güçlü bir demokrasiyi başkalarından lütuf bekleyerek değil ancak demokrasi için mücadele ederek bizler kurabiliriz. CHP’nin bu aşamadan sonra yapabileceklerini de yarınki yazımda ele alacağım.

-Sürecek-

Yunus Emre / CHP Genel Başkan Yardımcısı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları