Ayşe Emel Mesci

Çöl ortasında ağaçsın...

03 Kasım 2014 Pazartesi

Bugün 3 Kasım, yıl 2014, Muharrem’in 10. Günü, ‘Kerbela’nın galası var Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde…

Bundan sonra “Kerbela” sizin imgeleminizde yaşayacak, olması gerektiği gibi... Çünkü, “kökleri çok derindedir...” Sümbül Efendi Camii’nde Fatma ile Sakine’ye ait olduğu rivayet edilen mezarın üstünde yükselen kuruağacın kökleri gibi… “Çöl ortasında ağaçsın / Köklerin derindedir ya Ali…”

Kerbela uzun bir yolculuk benim için: 1994’ten 2014’e tam 20 yıldır süren bir yolculuk. 1994’te sevgili derviş dostlarım Mustafa ve Kemal’in önüme Fuzuli’nin Hadikatü’s-Süeda (“Saadete Ermişlerin Bahçesi”) adlı dev eserini koymalarıyla başladı her şey. Beni Kocamustafapaşa’daki Sümbül Efendi Camii’nde bulunduğu söylenen Fatma ve Sakine’nin, yani Hz. Hüseyin’in kızlarının mezarına götürmeleriyle devam etti. Rivayete göre, Kerbela’dan sonra Yezid tutsağı olan iki kızı Bizans’a satmış ve burada, yani İstanbul’da kelimenin tam anlamıyla ölüm orucu tutarak peş peşe ölmüşler.
Mustafa ile Kemal nasıl bana gelip “Sen Kerbela’yı yapmalısın” dedilerse, ben de Ali Berktay’a “Sen Kerbela’yı yazmalısın” dedim. Sonra birlikte değerli hocamız, eksikliğini her daim hissettiğimiz Prof. Dr. Metin And’a gittik. Elindeki ve beynindeki bilgileri, belgeleri paylaştı bizimle. Sonra Ali çok güzel bir metin çıkardı ortaya. İlk okuduğumda nasıl ağladığımı hâlâ hatırlıyorum. Yıl 1996’ydı.
Sonra 2009’a kadar bekledi Kerbela ve o yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda, Lemi Bilgin’in kararıyla hayalimi gerçekleştirme olanağını buldum. O yıl hem program dergisinde hem de Cumhuriyet’te yayımlanan yazımda şunları yazmışım:

Böyle bir şey nasıl olabilir?
“Ben ‘Kerbela’nın peşinde niye bu kadar çok koştum? Birincisi, kendi içinde çok önemli, inanılmaz ölçüde trajik, insana ‘Böyle bir şey nasıl olabilir’ sorusunu sordurtan bir olay söz konusu. Düşünsenize, Hz. Muhammed’in hicretinden, yani Mekke’den Medine’ye göç etmesinden sadece 60 yıl sonra, Hz. Hüseyin, yani Hz. Ali’nin oğlu ve Peygamber’in sevgili torunu, oğullarıyla, yakınlarıyla birlikte katlediliyor. Kimin tarafından? Toplumu İslam adına yönetme iddiasını taşıyan bir iktidar tarafından. Korkunç bir paradoks bu ve ilk İslam uygarlığı çerçevesinde şekillenen veya ondan etkiler taşıyan toplumlarda o kadar derin izler bırakmış ki, etkisi yüzyıllardır silinmeyen simgesel anlamlar yüklenmiş. Burada da konunun ikinci boyutu gündeme geliyor. Yüzyıllar boyunca farklı kimliksel ve sınıfsal karşıtlıkların ilk referans noktasını oluşturan bu simge-olay, kendi acılarını ve umutlarını o olayın kahramanlarının ağzından tanımlayan yeni kuşakların da katkılarıyla, durmadan yeni anlamlar yüklenmiş ve çevresinde gerçeğin nerede bitip kurmacanın nerede başladığı kolay kolay anlaşılmayan bir efsane perdesi örülmüş. Daha doğrusu, gerçekle efsane iç içe geçmiş. O zaman siyasal, toplumsal, dinsel şekillenmelerin kurucu-olayı olan Kerbela vakası, kültürün de oluşturucu öğelerinden biri haline gelmiş.
Kerbela olayının en önemli boyutu, zulme, haksızlığa, sosyal adaletsizliğe karşı her koşulda, gerekirse bir çölün ortasında günlerce susuz kalarak başkaldırmayı simgelemesidir. Dinsel bir kavga değildir burada söz konusu olan. Hatta bir yerden sonra iktidar kavgası bile değildir. Oyunda Hüseyin düşünde gördüğü annesi Hz. Fatma’ya şöyle der: ‘Nasıl anlatsam, bu bir iktidar sorunu da değil artık, insanlığımı koruyabilme savaşı belki de...’ Gerçekten de asıl sorun bu bence. Mutlak bir haksızlığa, yadsınmaya, kötülüğe karşı ‘Hayır’ diyebilme gücü... Üstelik bu öyküde düşmanlık yok, haksızlığa isyan var; kin yok, sevgi var; ölümün hemen yanı başında filizlenen aşk ve yaşam var. Yüzyıllardır uğradığı tüm baskılara ve haksızlıklara karşın, felsefesini yine de hoşgörü ve insan sevgisi üzerine kuran Anadolu insanının kardeşlik isteği ve çağrısı var.”

Şehir Tiyatrosu ve Kerbela
Bu kez bu çağrıyı benim ilk yuvamda, belleğimde Muhsin Ertuğrul ile, koskoca bir tarihle özdeşleşen İBŞT’de, üstelik kuruluşunun yüzüncü yılında sahneye taşıma mutluluğunu yaşadım. Bana bu mutluluğu yaşatan kadim dostum, İBŞT’nin genel sanat yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu’nun katkısını unutamam. Besteleriyle oyuna baştan sona eşlik eden değerli müzik adamı, sevgili dostum Tahsin İncirci, uzun yıllardır kendisiyle birlikte çalışmaktan onur duyduğum duayen kostüm kreatörü Hale Eren, sahne ve ışık tasarımına can katan sevgili Cem Yılmazer, tüm teknik ekip, sahne arkasının fedakâr çalışanları ve bir tiyatro oyunu olmanın ötesine geçen “Kerbela”ya inançla gönüllerini koyan asistanlarım, reji masam çok şeyler kattılar oyuna. En büyük pay ise büyük bir özveriyle, yürekleriyle, inanılmaz bir kolektif enerji yaratan oyuncuların...
Artık sıra tiyatronun “dördüncü” ve belki de önemli yaratıcısına, seyirciye geldi.
Bundan sonra “Kerbela” sizin imgeleminizde yaşayacak, olması gerektiği gibi... Çünkü, “kökleri çok derindedir...” Sümbül Efendi Camii’nde Fatma ile Sakine’ye ait olduğu rivayet edilen mezarın üstünde yükselen kuru ağacın kökleri gibi…
Bugün 3 Kasım, yıl 2014, Muharrem’in 10. Günü, “Kerbela”nın galası var Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde… “Çöl ortasında ağaçsın / Köklerin derindedir ya Ali…”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları