Dingo’nun Ahırı

12 Kasım 2014 Çarşamba

Unutamadığım bir film sahnesidir: Filmin başrol oyuncusu Cüneyt Arkın bir hesabının olduğu mafya babasının mekânına gider. Kapıda iriyarı bir adam nöbet tutmaktadır; “Dur bakalım! Nereye gidiyorsun? Burası Dingo’nun ahırı mı” diyerek Cüneyt Arkın’ı durdurur.
Sinema salonundaki izleyiciler nefeslerini tutmuşlar, nöbetçinin başına gelecekleri bekle-mektedirler. Kahramanımız, izleyicilerin beklenti-lerini boşa çıkarmaz; “Daha beter lennn…” diye bağırarak, adamı bir yumrukta yere serip içeri dalar. “Vay o mafya babasının haline” dedirtecek bir ortam yaratır yani…
                                                            ***
Sanırım bu “Dingo’nun ahırı” meselesini merak edenleriniz olmuştur. Dilim döndüğünce açık-lamaya çalışayım… Bir rivayete göre bu deyim, Avustralya ve Güneydoğu Asya’da yaşayan etçil, “canis dingo” denilen vahşi bir köpek türüyle ilintilidir. Bu köpek yırtıcı olduğundan sahipleri tarafından evcilleştirilene ve havlamayı öğrenene kadar bir ahıra kapatılıp orada beslenir. Evet, burada bir “dingo ahırı” söz konusuysa da bu dingonun bizim Dingo ile bir alakası yoktur.
Bizim Dingo, İstanbul’un atlı tramvaylar döne-minde (1871-1915) bu kentte yaşamış ve Taksim alanının batı kısmındaki sular idaresi maksemi ile Fransız Konsolosluğu’na ait yapı arasında ahır işleten bir Rum vatandaşımızdır. O dönemde tramvaylar iki atla çekilirken dik Şişhane yoku-şunu çıkabilmek için Azapkapı’dan takviye at alarak yokuşu çıkabilirlermiş. Tramvay bu haliyle Taksim’e kadar gelir, burada koşumundan çıkar-tılan atlar Dingo’nun ahırında bir süre dinlendiril-dikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak Azapkapı’ya götürülürmüş. Gün boyu bir sürü atın girip çıkmasından ötürü “Burası Dingo’nun ahırı mı, giren çıkan belli değil” sözü dilimize girip yerleşmiştir.
                                                            ***
Dingo’nun ahırı deyimi, 1915 yılında atlı tramvayların kalkıp yerlerini elektrikli tramvaylara bırakmasından ve Dingo’nun ahırının işlevsizlik-ten kapanmasından tam 98 yıl sonra, 17 Haziran 2013 günü Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç tarafından siyaset literatü-rümüze sokulmuştur. Anımsayalım. Sayın Arınç, bir televizyon kanalında Gezi Parkı olaylarıyla ilgili soruları yanıtlamıştı: “Bir defa polis sokakta seyyar satıcı değil, güvenlik gücü. Kendisine kanunların vermiş olduğu bütün yetkileri kullanacak. Kimse polisten şikâyet etmesin. Polisten kim şikâyet ediyor? Her şeyi yakıp döken, ‘Her yer benimdir, hiç kimse bana karışmasın’ diyen eylemciler. Kimse kusura bakmasın, burası Dingo’nun ahırı değil, burası hukuk devleti. Bu hukuk devletinde kimin, ne yapacağı ku-rallarla belirlenmiştir.” (abç)
                                                            ***
Doğru söze ne denir? Fakat aklım şu sıralar gi-dip gelip Soma’daki zeytin ağacı katliamına takı-lıyor. Sayın Arınç’a soruyorum: Taksim Alanı’nın Dingo’nun ahırı olmadığını anladık da Soma-Yır-calı, Dingo’nun ahırı mıdır? Ülkemizdeki termik santral yağmasından pay almak isteyen Kolin adlı bir şirket özel kuvvetler kuruyor, göz koydu-ğu topraklardaki sahipli 6 bin zeytin ağacını bir sabaha karşı kestiriyor. Devletin valisi, kaymaka-mı bu doğa kıyımını, bu hukuk ihlalini önleyeceği yerde bu hukuksuzluğu, bu vahşeti destekliyor. Jandarma da seyrediyor. Sayın Arınç’ın mantık izleğinden yola çıkacak olursak Soma-Yırca-lı’daki “ahır müstecirlerinin” Danıştay’ın verdiği yürütmeyi durdurma kararını beklememelerinin, 12 saat sabredememelerinin nedeni nedir? Danıştay’dan kendilerine önceden sızdırılan bilgi mi bu acelecilikte rol oynamıştır? Hani burası bir hukuk devleti idi, hani bu hukuk devletinde kimin ne yapacağı kurallarla belirlenmişti? Sayın Arınç bu çifte standart anlayışını, bu hukuksuzluğu, bu kuralsızlığı nasıl açıklayacaktır?
Sayın Arınç yılların siyasetçisidir, aynı za-manda bir hukukçudur. Bu tür “akçeli işlerde”, arka planda nelerin döndüğünü iyi bilir. Madem ülkenin “ahırlaşmasından” hoşnut değildir, o zaman hukuk devleti adına bir şeyler yapılmasına öncülük etmelidir.
Boş laflara karnımız artık toktur. Yaşadıkları-mız, tanık olduklarımız canımıza tak etmiştir.
Yeter!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları