Daha Doğrudan Yöntemlerle

21 Kasım 2014 Cuma

Siyasetin eleştirel yorumcuları umutla umutsuzluk arasında gidip gelirler. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Çünkü egemenlerin ellerinde bulundurdukları ve her geçen gün tahkim ettikleri silahlar umutsuzluğu, tarihin determinist yorumu ve kitlelerdeki hoşnutsuzluk da umudu besler. “Önünde sonunda yenilirler” determinizminin işe yarar, güvenilir bir umut kaynağı olmadığını bilmekte yarar var. Öyleyse umudun biricik kaynağı kitleler ve onların hoşnutsuzluklarının siyaset eleştirisindeki etkin rolü olmalı.

***

Kitleler ve onların siyasi tutumu söz konusu olduğunda egemenlerin büyük bir rahatlıkla sandığı gösterdiklerini biliyoruz. Bu demagojik savunmanın hiçbir aklı başında itirazı da dinlemediğini, “sandık ne gösteriyorsa o” demekten vazgeçmediği de malum. Temsili demokrasinin, ne kadar demokrasi olduğu bir yana, egemenlerin duruma göre seçim sistemlerinde oynayabildiklerini, “milli bakiye” gibi bir “hataya” izin vermediklerini de geçmişte gördük, yaşadık. 15 vekil ile Meclis’e giren TİP deneyimini kâbus gibi yaşadılar ve hızla vazgeçtiler o sistemden.

***

Sonrası risk taşımayan seçim sistemlerinin uygulanması ve bu sistemlerin de barajlarla iyice korumaya alınması oldu. Bu duvarı aşmak kolay değildir. Yüzde 6-7 gibi önemli bir toplumsal desteğe ve bu desteği güçle koruma “şansına” sahip olan Kürt partileri bile ancak bağımsız adaylarla barajı delebildiler. Bölünmüş sosyalist solun barajı bu türden yollarla aşabilmesi ise baraja eklenen bin türlü engel nedeniyle olanaksız gibidir. Peki durum buysa demokrasi açısından rüştünü ispat edememiş temsili demokrasinin antidemokratik yöntemlerine boyun eğmek mi gerekiyor?

***

Kuşkusuz hayır. Demokrasinin daha doğrudan yöntemlerine başvurmak temsili demokrasiye de güçlü, sağlam bir eleştiri olacaktır. Sistemin sahiplerinin hoşuna gitmese de kitlelerin gösteri hakkını etkin koruma ve hak almayla geliştirerek doğrudan kullanmasının birinci meşruiyet kaynağı; demokratik karakteridir. İkincisi ise; yürürlükteki seçim sisteminin antidemokratik niteliği, barajın varlığı, siyasi partiler yasasının partileri sistemi korumaya zorlayan yapısı ve seçimlerin gerçekleşme koşullarının demokrasiyle ilgisizliğidir.

***

Bugün Türkiye’de ağır bedeller ödeme pahasına kendini etkili bir şekilde gösteren toplumsal muhalefet hareketleri yeni bir aşamaya ulaşmaya çalışıyor. Tamamen demokratik nitelikteki bu hak eylemlerinin daha da yığınsallaşması, kendi aralarında amaç benzerliklerinden güç alan birlikler oluşturmaları, kazandıkları küçük ama kesinlikle önemli başarıları koruma kararlılığı göstermeleri egemenlerin temsili demokrasisini yontacak, gerçeğe daha yakın bir temsilin siyasette kendini göstermesine öyle ya da böyle yol açabilecektir.

***

Halk eylemlerine burun kıvıranların birincisi iktidar sahipleri ise ikincisi sistemin gönüllü koruyucuları neoliberaller ve ekonomiyi sistem içinde “düzeltme” yalanının sahibi “reformculardır.” Çünkü onlar mülkiyetin ve değişimin kendi içinde gerçekleşmesinin savunucularıdırlar; halk hareketlerine mülkiyetin dokunulmazlığı açısından yaklaşır; bir iki “marka yaratmakla” ekonominin gelişmişler katına çıkacağını iddia ederler. Sureti haktan görünüp “durun ne yapıyorsunuz yakında zaten iktidarız” demeleri, aralarındaki ilericilere, devrimcilere öfkelenmeleri, meşruiyeti her zaman “kanun dairesinde” aramaları bundandır. Yasaların hukuk dışılığı onları pek ilgilendirmiyor; hukukçu değil kanuncudurlar.

***

Yaygın toplumsal muhalefet hareketlerinin, seçim sistemiyle, barajlarla, manipüle edilmiş sandıktaki “çoğunluğu” etkilemesi ise en büyük kâbuslarıdır.
Taksim Meydanı’ndan, Gezi’den Yırca’ya, Soma’ya, Ermenek’e sahip çıkanlardan, HES direnişlerinde taviz vermeyenlerden, nükleer santrallara itiraz edenlerden, ağacın yurt olduğunu söyleyen yurtseverlerden korkuları, bu hareketlerin, sandıktaki “çoğunluğu” da “yoldan çıkarma” kabiliyetine sahip olmasından kaynaklanıyor.
Haklı bir korkudur, ne diyelim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları