Deniz Yıldırım

Bayram yerli, gerekçe yabancı

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Önümüz bayram, şimdiden kutlarım.
Her bayramda “9 gün tatil” tartışması ortaya atılır; genelde de tatil uzatılır. Bu kez olmadı. Olmaması bir yana; arka planda yaşanan tartışmalar, her fırsatta maneviyattan, bayramların buluşturucu işlevinden, ailenin öneminden söz eden iktidarın karar süreçlerine hangi sosyal güçlerin, hangi maddiyatçı dinamiklerin etki ettiğini anlamak açısından da epey öğretici hale geldi. Bugün buna bakalım.
Türkiye’de devletin şirketleşmeye, şirketlerin de devletleşmeye başladığı bir süreç yaşanıyor. Bunun açık kanıtlarından biri de, şirket sahiplerinin bakan olarak atanması. Yeni sistem, bir başarı hikâyesinin ancak “özel çıkar” hedefi güden kesimlerden çıkabileceğini düşünüyor. Tur şirketi, özel hastane, holding ya da özel okul sahipleri bakan olarak bu nedenle atanıyor.
Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da böyle bir isim. İsim yapmış bir tur şirketi sahibiyken bakan olarak atandı. Ve bayram tatilinin uzatılmamasıyla ilgili tartışmada en çok onun söyledikleri akılda kaldı. Ne diyordu Bakan Ersoy özetle: 9 gün olmasına gerek yok; otelci arkadaşlardan öğrendim; zaten oteller dolu Bodrum’da.
Gelelim gerçekliğe: Türkiye’de halkın çoğunluğu emeğiyle geçiniyor. Daha doğrusu, geçinemiyor. Özel sektörde çalışanlar çoğu zaman yıllık izinlerinin tamamını kullanamıyor. İzinlerini tarlada, bahçede çalışarak ya da ek gelir yaratmaya uğraşarak geçirenleri de bu tabloya ekleyelim. Yani izin demek, tatil demek değil ülkemizde. 9 günlük bayram tatilleriyse hem bu durumu az da olsa telafi ediyor, hem de zaten göç halinde bir ülke olduğumuz, çoğumuz doğduğumuz yerde yaşamadığımız için, uzaktaki aileye, akrabaya, vefat eden yakınların mezarlarına ziyaret için fırsat yaratıyor. TÜİK’in adrese dayalı nüfus istatistiklerinden bir örnek vereyim. Türkiye’de İstanbul nüfus kütüğüne kayıtlı kişi sayısı sadece 2 milyon 540 bin 686. Yani bu şehrin nüfusunun çoğunluğu göçmen. Açık değil mi?

Kararlar kimler için?
Ama bayram tatili dendi mi yönetenlerin aklına sadece oteller geliyor. Kriter maneviyat, aile, akraba bağları değil; otellerin dolu olup olmaması. Paranın kudreti... Karar süreçlerinde halkın içinden gelenlerin, yani emeğiyle geçinenlerin, tatil yapmakta zorlananların olmadığı yerde belirleyicilik sermaye tekeline geçiyor. Maneviyatsa buna örtü yapılıyor.
Ya halkın gerçek şartları? Ülkemizde otellerde tatil yapabilenlerin toplam nüfus içindeki payı oldukça sınırlı. Yine TÜİK istatistiği vereyim. Geçen yıl seyahatlerimizin yüzde 70’inde aile, akraba ya da arkadaş evinde konaklamışız. Bu oran yaz sezonunda yüzde 66 olarak gerçekleşmiş. Geceleme sayısı içinde otellerin payıysa yüzde 8’i zor buluyor.
Seyahat amacına göre verilere de bakalım. 2018’de “yakınları ziyaret” amacıyla geceleme oranımız toplam turistik geceleme oranı içinde yüzde 69’luk bir paya sahip. Yani halkın çoğunluğu, iç turizm kapsamındaki seyahatlerini “yakınlarını ziyaret” amacıyla gerçekleştirmiş ve gittiği yerdeki akrabanın, ailenin, arkadaşın evinde kalmış. Ne oteli Allah aşkına? Ücretli çalışan halkın gelirinin üçte ikisi kiraya/konuta, ulaşıma ve gıdaya giderken hem de.
İyi de, “otellerdeki doluluk” nasıl sağlanıyor? Nasıl olacak, yabancı turistler sayesinde. Bakanlık verisine göre bu yılın ilk 6 ayında Türkiye’ye gelen turist sayısında yüzde 12 artış var. Türk Lirası değer kaybettikçe Türkiye’de yabancı turist olmanın maliyeti ucuzluyor, Türkiye’ye geliş cazipleşiyor.
Yabancı turistler ve durumu iyi olanlar otelleri doldurduğu için, ailelerini, yakınlarını, memleketlerini yılda ancak bir ya da iki kez ziyaret edebilen halkın çoğunluğunun ihtiyaçlarına bakmaya gerek yok. Bayram yerli; ama tatili iki gün uzatmama gerekçesi konuya da, halkın ihtiyaçlarına da yabancı.
Diğer yandan saptamamız sadece Turizm Bakanı’nın cümlelerine sıkıştırılmasın. Öncesinde sanayi sermayesi de tatilin uzatılmaması için epey bastırmış görünüyor. Sanayide kârlar hızla düşüyor; sermaye, emek maliyetlerini kısmaya çalışırken olacak iş mi! Bakın mesela TOBB Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Murzioğlu ne demiş temmuzda: “İşçiler ister. Tatil yapacaklar ama benim işyerim duracak. Ben 9 gün primini ödeyeceğim... O tatili verdiğin zaman benden gidiyor. Emekçiler bunu ister ama işveren olarak ben istemem.” Kimin dediği oldu dersiniz?
Karar sürecinde otel sahibi var, fabrika sahibi var; peki ya halk? Çare Türkiye’nin elbette her alanda üretmesi, ama emekçinin de o üretimden payını, dinlenme hakkını alabilmesidir. Bayram tatili tartışmasına bir de bu açıdan bakalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları