Olaylar Ve Görüşler

30 Ağustos ve stratejik ortaklıklar

30 Ağustos 2019 Cuma

Sakarya Meydan Muharebesi’nin şiddetle başladığı günler ile Büyük Türk Taarruzu’nun başlangıcı arasında tam bir yıllık zaman vardır. Bu dönem iç ve dış politika yönünden çok hareketli, harp harekâtı bakımından ise sakin geçmiştir.
On yıllık aralıksız sürüp gelen harplerin millette uyandırdığı bıkkınlık, yılgınlık, isteksizlik ve ilgisizliği anlatmak çok zordur. Asker kaçakları bugünlerde çok yüksek sayılara ulaşmıştır.
İşte bu güç şartlarda yapılacak bir Büyük Taarruz’da komutan ve komuta mensuplarının üyelerinin sorumlulukları çoktur.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlarken, öte yandan da İtilaf Devletleri’nin düşünce ve niyetlerini anlamak için ilk önce Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’i (Tengirşek) ve daha sonra Fethi Okyar’ı Londra ve Paris’e gönderdi. Bu görüşmelerde bir sonuç alınamadı. Ancak son taarruza kadar siyasi alanda bir oyalama fırsatı elde etti.
26 Ağustos’ta başlayan meydan savaşı Yunan ordusunun İzmir’de denize dökülmesiyle sonuçlandı.
Askerlik, savaşların sürdürülmesi değil, insanları sevk ve idare sanatıdır. İnsanlar, ancak emelleri, fikirleri kişiselleştirerek sevk ve idare olunabilir. “Subay nedir?” maiyetindeki kişiler için örnek olur. Subay, kendi ilim ve gücünden kumanda ettiği insanları yararlandırmak için, yanındakilere metin olmak ve kahramanlık noktalarında daha fazla kişisel özellikleri sahip olmalıdır. İşte böyle bir komutan ve komutanlar topluluğu ile birçok olumsuz şartlar rağmen bu Büyük Taarruz başarılı olmuş ve 30 Ağustos zafere ulaşmıştır. Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlere ivme kazandırmıştır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz birtakım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu dayatmalar 1947 yılında Marshall yardımıyla başlamış, ülkenin ileri gitmesini sağlayan birçok kuruluşun önü kesilmiştir. (Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi) Daha sonra bugün Rusya’nın bazı olumsuz istekleri yüzünden Batı ittifakı olan NATO’ya kendimizi zorla kabul ettirmeye çalıştık. Ve Kore Savaşı’nda yer alma şartıyla daha sonra kabul edildik. Ve sonuç; eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz ve aslında hiç de eşit olmayan bir stratejik ortaklık doğdu. Bizler Batı için yalnızca ihraç ürünü ve ruhu asker olan bir ülke olarak görülmüşüz. Hiçbir ciddi problemde fikrimiz dahi alınmamıştır. (Küba krizinde eğer sonuç anlaşma olmasaydı, ilk nükleer taarruza biz uğrayacaktık) Bu olaydan halkın ve hatta bizlerin ve hükümetin çok sonradan haberi olmuştur.
Bu stratejik ortaklık denen tuzaklardan nasıl kurtulabiliriz? Eğitim ile. Bugün dünya sıralamalarında gençlerimiz bilimsel yönden 139 ülke içinde 99. sıradadır. Üniversite giriş sınavlarında binlerce kişi fenbilimlerinde 0 puan alıyor. Atatürk, en hakiki yol gösterici ilim dememiştir, “En hakiki yol gösterici bilimdir” demiştir. İlim mahevidir, bilim gerçektir.
Son günlerde bazı yerel yönetimlerin (hangi siyasi görüşte olursa olsun) yörelerinde bazı sokak ve meydanlardan kendi içlerinden çıkmış, yurtiçi ve yurtdışında önemli görevlerde bulunmuş asker kökenli isimleri değiştirip, bugünün bazı siyasi isimlerini koyduğunu görüyoruz. Bir vefasızlık olarak gördüğümüz bu durum, üzücüdür. Unutmayın, bizler ordusu olan bir millet değiliz, milleti olan bir orduyuz. Bu algıyı değiştirmek sanırım zor olacaktır.

Prof. Dr. Cengiz Kuday



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları