Maske On Yılda Düştü

18 Aralık 2014 Perşembe

On yıl önce bugünlerde, 17 Aralık 2004 ertesinde Türkiye bayram sevinci yaşıyor, Ankara’da havai fişeklerle kutlamalar yapılıyordu.
Kutlanan Türkiye’nin AB’ye girişi, havai fişeklerle karşılanan ise bu yolu açan kişi olduğu ileri sürülen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Oysa öyle bir şey yoktu, Türkiye AB’ye falan girmiyordu. 17 Aralık’ta Türkiye’nin altına imza attığı metni okuyanlar, bunun böyle olduğunu kolayca anlayabilirlerdi.
Peki öyle ise bu sevincin nedeni neydi?
Herkes bayram ediyordu, çünkü Türkiye üyelik müzakere süreci için tarih almıştı.
Tarihi alan Tayyip Erdoğan da artık Türkiye’ye Avrupa yolunu açan lider olarak takdim ediliyordu.
Aslında, iki taraflı bir oyun oynanıyordu.
Türkiye’yi içine almaya niyeti olmayıp, onu sıkı sıkıya kendi denetimi altında tutmak isteyen AB, ortaklık katılım belgesine öyle kayıtlar koymuştu ki, bunu okuyan her aklı başında insan, bunun “Sizi almayacağız, ama dostlar alışverişte görsün kabilinden görüşmelerle durumu idare edeceğiz” demek olduğunu anlayabilirdi.
Türkiye’ye kalıcı derogasyonlar uygulanacağını, görüşmelerin ucunun açık olacağını hep kayıt düşmüş olan Brüksel’in bu koşullarının altına imza atmak, Türkiye’nin hiçbir zaman tam üye olmayacağını da kabul etmek anlamına gelecekti.

***

Nitekim, 1964 tarihli Ortaklık Anlaşması’nın altında imzası bulunan CHP’nin 2004’teki lideri Deniz Baykal, bu gerçeği görerek, Tayyip Erdoğan’a telefon edip, “Bu koşulların altına imza koymayın, sizi destekleriz” diyecekti.
Ama Tayyip Bey’in tam üyelik umurunda bile değildi. Daha doğrusu öyle bir amacı da yoktu. Ama Batıcı bir politika izleyeceği vaadiyle işbaşına gelmiş olan ve siyasi denklemin dengelerini altüst etme niyetini taşıyan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyan lider görüntüsüne ihtiyacı vardı. Onun için de müzakere tarihi alması ve bir sonuca varmasına imkân olmayan görüşmelerin başlamasının yolunun açılması yeterliydi.
Görüşmelerin olumlu sonuç verip vermemesi önemli değildi, hatta sonuçsuz kalması daha iyiydi. Çünkü Erdoğan, Türkiye’yi Avrupa’ya götüren adam görüntüsünü istiyordu ama, kendi siyasi vizyonu içinde Avrupalı bir Türkiye kavramına da asla yer vermiyordu.
Erdoğan’ın esas misyonu Türkiye’yi bir İslam Cumhuriyeti rotasına sokmaktı.
Avrupa ile yakın ilişkiler görüntüsü, hazırlık aşamasında gerek duyulan kimi destekleri sağlayacak öğeydi.
Erdoğan Kristof Kolomb gibi Batı’ya yönelirken aslında Doğu’ya varmayı amaçlıyordu.

***

On yıl önce hesaplar buydu, görüntü de yukarıda anlattığım gibiydi.
On yılın sonunda, AB’ye, bana karışma sen kendi işine bak, diyen Erdoğan’ın Türkiye’yi Avrupa’ya götüren adam maskesi iyice düşmüştür.
On yıl içinde “ılımlı İslam” yaftasıyla dünyaya sunulan bir model olan Tayyip, artık bir anti-modeldir.
Tayyip modeli on yıl içinde hapishanelerinde en fazla gazeteciyi barındıran, kuvvetler ayrılığı ilkesini, yargı bağımsızlığını hiçe saymanın da ötesine geçerek, artık yargı kararlarını tanımadığını ve işine gelmediği sürece de tanımamakta ısrar edeceğini ilan etmiş, tebaasını beşikten mezara demir yumruk altında tutan bir despotizme dönüşmüştür.
Demokrasinin, sandık dışında (o da şimdilik) hiçbir kurumuna tahammül edemeyen, yaşam hakkı tanımayan ve laikliğin karşısında zorunlu din dersleri uygulayan bu modelin AB ile bağdaşmasına imkân yoktu.
Velhasıl, Türkiye’yi Avrupa’ya götüren adam, on yıl içinde Türkiye’nin Avrupa Birliği önündeki en büyük engele dönüştü.
On yılda maske düşmüştü.
On yıl önce bu gerçeği haykıranlar haklı çıkmışlardı çıkmasına, ama onlar da gerçeği görmemekte direnenlerle aynı gemide oldukları için aynı kıyamete yol almaktaydılar, çarnaçar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları