Uğur Mumcu anısına

29 Ocak 2020 Çarşamba

Geçen hafta sonu Eskişehir’de Uğur Mumcu anısına Eskişehir Tepebaşı Belediyesi tarafından düzenlenen bir ödül törenindeydik. Başkan Ahmet Ataç ve ekibinin dikkatli ve ayrıntılı emekleriyle hazırlanmış bir etkinlikti. Uğur Mumcu’nun katledildiği yılın ardından, bugüne kadar düzenlenen bu törenlerde topluma yaratıcı hizmetler sunan değişik dallardaki kişilere ödül veriliyor. Bu yıl gazetemizden Ali Sirmen’e “Yaşam Boyu Başarı”, Yazgülü Aldoğan’a “Basın”, bana da “Sanat” dalında ödül verildi, kıvanç duydum.

Cumhuriyet gazetesinde yazmaya yeni başlamıştım. Hepimiz sarsılmıştık Uğur Mumcu suikastıyla. O sıralarda müzik dalında “fluxus” akımı ilgi topluyordu. “Her duyulan ses” müziğe girmeliydi. Mimar Sinan Üniversitesi’ne Rene Block adlı bir profesör gelmiş, bizlere çok değişik bir deneyim anlatmıştı: Bill Fontana adlı deneysel müzikçiden söz etmişti. Fontana, değişik ortamların ses yapısını müziksellikle birleştiriyordu. Örneğin, şimdi park olmuş eski bir tren istasyonunu kaydettiği istasyon sesleriyle yeniden yaşatıyordu. Bu kayıtları etrafa gizlediği bir dolu küçük mikrofonla parktaki insanlara duyuruyordu. Sessiz parkta birden, trene koşanların hareketi, tren düdüklerinin sesi ve anonslar çınlıyordu. Bu arada parkın eski halini hatırlayan bir dolu yaşlı insanı da oraya getirmişti. Onların büyük bir şok geçirdiği anlatılıyordu. Rene Block bu konuşmayı yaparken o gün Uğur Mumcu vurulmuştu. Acaba o çarşamba Türkiye’nin seslerini kayda alan oldu mu? O bilinçli öfkeyi hissettik mi? Ankara’nın o günkü sesi gibi bir iniltiyi daha önce duymuş muyduk? Belki bu sesleri kaydetmemiz, vurdumduymaz yaşam biçimine giren kentler üstünde binlerce mikrofonla sanal olarak duyurmamız gerekir. Yok edilmiş bir tren garının sesiyle ıssız bir park yaşatılıyorsa neden olmasın!

Parçalanan orkestra

Değerli bestecimiz İlhan Usmanbaş (d.1921), “Uğur Mumcu Anısına” başlıklı bir senfoni bestelemişti. Mumcu, onun Ayvalık’tan yakın dostuydu. Bugüne kadar Türkiye’de henüz çalınmayan bu yapıt, 1997’de Betin Güneş yönetiminde Köln Senfoni Orkestrası tarafından Almanya’da seslendirilmiş ve kayda alınmıştı. 

Usmanbaş’ın ve Uğur Mumcu’nun yakın dostluğu 1970’te Ayvalık’ta başlamış ve Mumcu’nun ölümüne dek sürmüş. Usmanbaş bir yılda tamamladığı bu senfonik çalışmayı şöyle açıklıyor:

“Bu bir Uğur Mumcu biyografisi ya da ağıtı değildir. Zaten onun da böyle bir ağıtı kabul edeceğini sanmıyorum. Daima yaşayan ve yaşarken de her an öleceğini kolaylıkla hisseden bir insandı. Eserde onun yaşamıyla ilgili biraz serpintiler duyulabilir, örneğin dinleyiciler birkaç tane çığlık bulabilirler. Onu da ben diyorum, çünkü kimsenin duygularını yönetmek istemem. Neredeyse son on yıldır yazdığım türden bir müzik. Bu eserde kullandığım özgür ritim gruplarını orkestra çerçevesi içinde ilk kez kullanmış oldum. Büyük bir grup içinde birbirine bağımsız yazılmış ritimsel bölümler ve parçalar var. Orkestranın neredeyse parçalanıyormuş gibi hissedilebilen bir etki yaratmasını istedim. Sadece 10 dakika süren, çok yoğun müzik dokusu içinde bir şokun, bir çığlığın seslerle resmedildiği bir yapıt.” 

Eskişehir’deki törenden bir gece önce Rengim Gökmen yönetimindeki İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, iki bestecimizin daha, Hasan Uçarsu ve Turgay Erdener’in Uğur Mumcu anısına besteledikleri yapıtları seslendirmişti. Böylece Uğur Mumcu müzik sanatımızda da ölümsüzleşmiş oluyor.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları