Hikmet Çetinkaya

Bağır Bağır Herkes Sağır...

12 Aralık 2013 Perşembe

Her yer beyaza bürünmüş...
Gece başlayan kar, soğuk ve fırtına.
Sessizlik bize göre değil...
Hayatımıza gizlice giren o yalnızlık, yitik zamanlardan kalan öfkelerimiz, acımasızlığın içinde bir kartopuna dönüşen kavgalarımız.
Seven, sevişen her şey, ayrılışın o gizemli hüznü, çiçeklenmiş kış bahçeleri.
Bir köşeye oturup eski mevsimlerin gelmesini istemek, hayata yeniden dönmek gibi bir şey aslında.
Mustafa Balbay, çocukları Yağmur ve Deniz’in elinden tutmuş, onları okula götürmüş, gazeteye gelmiş, Meclis’e gidip Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüşmüş, arkadaşlarıyla öğle yemeği yedikten sonra, kürsüye çıkıp yemin etmişti.
Beş yıla yakın bir zindan hayatı ve özgürlük...
Karlı bir İstanbul sabahında Balbay’ın sözlerini anımsıyorum:
Seymenler Parkı’nda dokunduğum ağaç arkadaşlarım var. Onlarla sohbet edeceğim. Bakalım salkımsöğütler ne gibi öğüt verecek...
Ağaçlar, kuşlar, çiçekler, böcekler... Tüm bunlar hayatın ve özgürlüğün bir parçasıdır...

Dağlarımızın, ovalarımızın, akarsularımızın, koylarımızın satıldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Bir yağma düzeni ve vurgun!
Ağacı, çiçeği, böceği, hayvanı sevmeyen, insanı sever mi?
Sevmez!
İnsanı sevmeyen, yaşadığı coğrafyadaki insanları da sevmez!
Ayrımcılık yapar!

***

İnsanı seven ülke, akarsularını yok etmez, HES kurmaz, sularını satmaz...
Ağaç katliamı yapmaz!
Ağaç katliamı yapanlara karşı direnen insanları, çevrecileri, üniversiteli gençleri terörist” diye yaftalayıp zindanlara atmaz.
Dedim ya hayat özgürlüktür, yaşamın bütünüdür!
Bugün Türkiye’de 60 Gezi eylemcisi tutuklu...
Aydınlar, bilim insanları, gazeteciler ve pek çok insan zindanlarda çürüyor.
Ölümcül hastalığa yakalananlar var, sakat olanlar var.
Ölüme yatırılanlar var...
Türkiye’de hukuk ve adalet işlemiyor!
Acı ve gerçek olan da bu zaten!
Türkiye’nin tüm bu engelleri aşması gerekir...
Sevgiyi, birlikteliği çoğaltması gerekir.
Yaşama sevincini çoğaltmak da o denli zor değil.
Kavga yapmadan, hukuk devleti olabiliriz.
Halkın istediği asker gelsin bizi kurtarsın” değil, demokrasi ve özgürlüktür.
İnsan haklarıdır...
Kul değil, birey olmaktır!
Binlerce yıllık tarihin ve kültürün boy verdiği bir coğrafyada yaşayan bizler değil miyiz?
Irkımız, dinimiz, mezhebimiz, dilimiz, rengimiz ne olursa olsun kardeşçe yaşayabiliriz.
Prof. Dr. Bülent Tanör’ün “Kurtuluş Kuruluş” kitabını (Cumhuriyet Kitapları) okursanız Türkiye’nin hangi koşullarda Kurtuluş Savaşı verdiğini, nasıl kurulduğunu yalın gerçekleriyle öğrenirsiniz.

***

Kar iyice bastırdı..
Göz gözü görmüyor yazımı yazdığım saatlerde...
Aklıma özgürlük destanları geliyor, hayat geliyor, sevinç, acı ve hüzün!
O genç ölülerimiz.
Alevlerin alacakaranlığında yitik zamanların sevdalarını topluyoruz.
Gizemli hüzünler, bizi kışkırtan bakışlar!
Ayakta kalma savaşımı!
Mavi evlerde, kararmış kirli köşelere doğru yürüyorum düşlerimde.
Çeteler, katiller, tetikçiler!
Yaşamın atlası, bir masal dünyası...
Sahi biz bunun neresindeyiz?
Suskunluğumuz, uyanmayışımız belki bu yüzden!
Korkuyoruz!
3-4 yıl önceye dönüp bir bakın...
Gazeteci, aydın, işadamı, sanayici, siyasetçi korku içindeydi.
Beni de dinliyorlar galiba!
O korku tüneli hâlâ sürüyor mu, sürmüyor mu?
Birilerinin aklı başına geldi mi, gelmedi mi? Paralel devlet işbaşında mı değil mi?
Bu sorulara ben sık sık tanık oluyorum...

***

Yazımı sonlandırırken, Balbay’ın şu sözleriyle noktayı koyuyorum:
Hapisteyken beni ayakta tutan gelen mektuplardı... Toplumun uyanmasının içeriden görüntüsünü anlatamam. Öyle bir şey ki! Bağır bağır, her şey sağır... ama bir bakıyorsunuz bir ses geliyor: Hey, Anadolu, diyesiniz geliyor...”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları