Sansürlü Bir Gazetecilik Hikâyesi

18 Ocak 2015 Pazar

Almanya’nın batı sınırındaki havaalanı Düsseldorf’tan Türkiye’ye uçuyorsanız kapitalizmin gelişmişlik düzeyi epeyce yüksek bir ülkesinden yoksulluğa, azgelişmişliğe, fanatizmin kolayca kendine yer bulduğu, hızla serpilip geliştiği güneye ve doğuya doğru gidiyorsunuz demektir. Gittiğiniz yerde özgürlüğün tanımı farklıdır. Oralarda özgürlük fikrinin önünde devlet, nasıl oluyorsa devletin dini ve daha pek çok engel vardır. Yine de sevdiğiniz insanlara, içinde kendinizi pek rahat hissettiğiniz coğrafyaya aitsinizdir. Uçaktan indiğinizde sizi karşılayan hava sanki başka bir gökyüzünün altındaymışsınız gibi farklı ve hoş gelir size.

***

Batı’daki ülkede sıkıcı, monoton bir hayatın bunalttığı kişisiniz siz. Sömürüde en yeni teknikleri elma şekeri tadında size sunan sistemin aç bırakmayan ama ondurmayan, kaçacak delik bırakmayan tutuklusu olmaya da alışamadınız gitti. İndiğiniz havaalanının transit salonunda geldiğiniz ülkelere doğru giden, herhangi bir Ortadoğu ülkesinden yola çıkmış uzun sakallı ya da yüzünü peçeyle gizlemiş ürkütücü bir yolcunun varlığı da tedirgin edecektir sizi. Bir başka zamanda pasaport polisinde sıkıntı çeken ve yardım ettiğiniz birine benziyor da olabilir. Nereye gittiğini, nerede yaşadığını bilmiyorsunuz.

***

O, transit salonundan Paris’e giden bir uçağa bindi. Orada arkadaşlarıyla buluştu. Onlara Yemen’de daha sonra kim olduklarını gururla açıklayan birilerinden haberler getirdi. Gittiler, büyük bir soğukkanlılıkla kutsallarıyla alay ettiğine inandıkları bir mizah dergisinin çalışanlarını, karikatürist ve yazarlarını taradılar. Ölüm havada bir cehennem çığlığı gibi dolaştı. Sonra kendi ölümlerine doğru yola çıktılar. Transit salonundan Paris’e uçan ise benzer yollardan geri dönmeyi başardı.

***

Dünyayı şoke eden saldırının hikâyesinin bir bölümü muhtemelen böyledir. Ama bir başka bölümü daha var. Dünyanın pek çok ülkesinde Paris katliamı kınandı; milyonlar sokağa çıktı. Türkiye’nin Başbakanı da oradaydı; diğer ülke liderleriyle birlikte o da katliamı lanetledi ve döndü ülkesine. Katliamı lanetleyenler arasında meslektaşlarının öldürülmesinden derin bir acı çeken ve epey bir zamandır da mesleklerini huzur içinde yapamayan gazeteciler vardı. Öldürülen gazetecileri anmak ve daha önemlisi onları katleden fanatizme karşı olduklarını göstermek istediler. Bu işi kolayca yapamadılar; yüreklerinde korkunun, “güvercin tedirginliğinin”, sansürün, ellerini tutsak alan otosansürün elverdiği kadarıyla yapabildiler ancak.

***

Kuzeyden güneye ve doğuya, sıkıntılı bir hayattan özgürlüğün önünde devletin, köktendinciliğin, fanatizmin, daha pek çok engelin bulunduğu ülkesine dönen eski gazeteci, arkadaşlarından sansürlü de olsa dayanışmayı deneyen gazetenin dağıtımının engellenmek istendiğini öğrendi. Uçakta pek çok benzerini gördüğü uzun sakallı adamların polis barikatlarının hemen arkasında ellerinde Arapça yazılar bulunan yeşil bir bayrağı salladıklarını gördü. Ellerindeki pankartlarda ise Paris’te katliamı gerçekleştirenleri öven, yücelten sözler vardı. Bu kadarı normal diye düşündü kuzeyden güneye ve doğuya, kendi huzuruna uçmuş olan arkadaş.

***

Normal olmayan Paris’ten dönen ve hemen ardından Brüksel’e uçan Başbakan’ın havaalanında ve uçakta söyledikleriydi. Gazetenin yayımladığı ekin vatandaşları tahrik ettiğini söylüyordu. Gazetenin dağıtımının kısa bir süre (1 saatcik) durdurulmasının her ne demekse “önleyici tedbir” olduğunu savunuyordu. Yasalarda olmayanı savunuyordu aslında. İçişleri Bakanı ise “Baktık bir şey bulamadık, bıraktık” demeyi tercih etmişti. Bir şey bulamamışlardı ama savcı o bulunamayan bir şey için soruşturma açmakta gecikmedi.

***

Bu arada Başbakan, Brüksel’de Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda eleştirilerini dile getiren Batılı politikacıları nasıl püskürttüğünü de anlatıyordu uçakta: Kimse yazdığı çizdiği için yargılanmıyor, gözaltına alınmıyor, tutuklanmıyordu. Tutuklananlar gazetecilikten değil başka suçlardan içerdeydiler. Ne güzel olurdu doğru olsaydı bu sözler. Daha Başbakan yere inmeden gazeteci Sedef Kabaş 140 vuruşla sınırlı birkaç tweet nedeniyle 5 yıl hapsinin istendiğini öğrenmişti. Hikmet Çetinkaya ile Ceyda Karan ise ifade vermeye hazırlanıyorlardı.
Düsseldorf’tan gelen arkadaş sansürlü, otosansürlü dünyalarında her türlü sıkıntı ve tehdit altında gazetecilik yapmaya çalışan arkadaşlarını geride bıraktı, sisli, puslu, bulutlu ülkeye geri döndü.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları