Hikmet Çetinkaya

Zor Oyunu!..

25 Ocak 2015 Pazar

Maviler giymiş çocukların, hayatın sayfalarında akışı vardır ya hani... Düşünceler vardır, sevdalar, aşklar vardır ya hani...
Daha az sömürü, daha çok özgürlük!
Tüm bunları, yurtseverliğin itici gücü olup olmadığını tartışmak, bilincin, aklın süzgecinden geçirmek.
Dopdolu bir yürek, insan sevgisi...
Yağmurun toprağın kokusunu buharlaştırdığı anlarda, güz yapraklarının rengi içinde hüzünle uyumlu yarınları oluşturması...
Oysa kış güneşinin altında yürüyorum dostlarla...
Gündüzleri güneş, akşamları usul usul esen lodos.
Yaşamın temel geriliminde yaşamak neden zordu benim ülkemde?
Bakkaldan ekmek çalan çocuk 20 yıl hüküm giyerken, soytarılar malı götürürken, milyon dolarları sağa sola serpenler neden özgürdü?
Bunları konuşurken yıllar önceye gittim, soygun düzeninin izlerini, hayali ihracatçıları düşündüm...

***

Sabah güneşli, masmavi bir günün içine uyandım Güre’de...
Biraz yürüdüm, kahvemi içerken eski dostlarla karşılaştım...
Yeniden otele döndüm...
Yanımda getirdiğim, sevgili Erol Toy’un Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan “Zor Oyunu” romanını okuyup bitirdim.
İnsan belleği unutkandır...
Erol’un romanını 80’li yıllarda Narlıdere Askeri Cezaevi’nde yatarken üç günde okumuştum...
Bu kez biraz uzun sürdü...
Okurken anladım bunu... Aradan 34 yıl geçmişti... Zor Oyunu, hem ordunun, hem Türkiye’nin geçiş dönemlerinin öyküsüydü...
Dün ve bugün...
Kuruluş ve Kurtuluş!
1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda nöbet tutan genç subayların özdeşleşme ödeviyle başlayan bir öykü. Ülke talihini ve dünya tarihini değiştiren bir büyük insan, Mustafa Kemal, doğa yasasına uymuş, saat 9’u 5 geçe gözlerini yummuştu.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni, başında nöbet tutanların da kendilerini içinde saydığı gençliğe emanet etmiş ve “çağdaş uygarlığı yakalama, hatta aşma” ödevini yüklemişti.

***

Doğduğum, okuduğum coğrafya, İda Dağı, söylenceler, uygarlığın beşiği Kuzey Ege...
Akçay’da dolaşırken, hayatımın kesitlerinden kalmış anılar, çocukluk yıllarım...
O “çokuluslu altın avcıları”, dağların, ovaların yağmalanması...
O benim çok sevdiğim uzun kirpikli yarasalar, Behramkale (Asos), Ören, Homeros’un “Işık Sahili”, faili meçhul cinayetler, Cizre’deki çocuk ölümleri...
Hepsi yumak yumak olmuştu yüreğimin derinliğinde...
Zeytin ağaçları sanki ölüme yatmış gibiydi.
Erol Toy, tarihi yaşamı, çok partili dönemi, İkinci Dünya Savaşı’nı, Batılı ülkelerin desteğini, NATO’ya girişimizi, iktidar ve muhalefetin “düşman kardeşler” sarmalını, Sovyetler Birliği’ni, sosyalizmin, Varşova Paktı’nın “demirperde” olarak algılanmasını yalın bir dille anlatıyor.
Genç subaylar o dönem NATO adına düşman arıyor.
12 Eylül 1980 darbesi, 1938’in saf subaylarının, üstün birer NATO generali zamanına rastlamış, tıpkı 12 Mart’ta olduğu gibi.
Kayıtsız koşulsuz ulusal egemenliğin bekçisi sayılan asker, egemenliğin “kayıtlı koşullu hale geldiğini” sezememiş.
Böylelikle 1980 Eylül, bugüne, 2015’e taşınmış...
Mutlaka ama mutlaka Erol Toy’un “Zor Oyunu”nu okuyun, derim...
Yaşamın derinliğine inin, yakın tarihimize bir de edebiyatçı gözüyle bakın!
Zor oyunu nasıl bozarız sizce!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları