Kediye Kedi, Katile Katil, Sıfır Sorun

27 Kasım 2010 Cumartesi

Gerçek ise Türkiye’nin son derece zor bir durumda kalmasından ibarettir. NATO’nun füze savunma sistemine katılmak ya da katılmamak konusundaki ikilem, Türkiye’nin başını şimdiden ağrıtmaya başlayan gerçek bir seçeneksizlik olarak orta yerde durmaktadır. 2002’den bu yana iktidar içerideki kitle tabanını genişletme ve ideolojisini benimsetme anlayışıyla zorlama dış politikalara başvurmayı yeğlemektedir. (Davos’taki “one minute” vakası, Mavi Marmara çıkarması vb.) Neticede izlenen politikalar Türkiye’yi, şu anda içinde bulunduğumuz çıkmaz sokağa sıkıştırmıştır. Zaten dış politika çelişkiler yönetiminden ibaretken sergilenen tutum ve davranışlar bunu daha da bilinmeze dönüştürmüştür.

Türkiye’nin NATO’nun füze kalkanı projesine katılmasıyla “Batı sistemi içinde kalmayı tercih etti veya etmek zorunda kaldı” diye sevinmek de “yok, aslında istediğini kabul ettirdi, bu durumda İran ile sorun çıkmaz” diye rahatlamak da mümkün değildir. Türkiye, bu iki arada bir derede tavrı ile bir köşeye sıkışarak belki zaman kazandı; ancak öte yandan iki tarafın kendisine ilişkin kuşkularını da pekiştirmiş oldu. Türkiye’nin bu “zaman kazanma” davranışı şimdilik eldeki en makul seçenek olarak görülebilir, ancak bu AKP’nin değil, AKP’nin sahip olduğu aşırı özgüven ve beraberinde görmeye alışık olduğumuz etkili(!) PR çalışmalarının başarısıdır.

Aslında Türkiye’nin “füze kalkanı projesinde İran’ın isminin geçmemesi” talebinin kabul edilmiş gibi gösterilmesinin arkasında sadece Türkiye’nin desteğini sağlamak ve onu planlanan sisteme istenildiği biçimde dahil etmek yatıyor. Çünkü Türkiye’nin hem NATO üyesi hem de İran’ın komşusu sıfatıyla sahip olduğu özel konum göz ardı edilemiyor. Türkiye’nin işbirliğinin Avrupa için önemi son derece büyük. Şöyle ki; Amerika eksenli bu tek kutuplu soğuk savaş sonrası düzen artık geçerliliğini yitiriyor. Söz konusu düzen, ne Gürcistan ve Kosova’da yaşanan savaşları, ne Avrupa’nın enerji kaynaklarının bozulmasını, ne de AB’nin -Karadeniz ve Kafkasya bölgelerini de içine alan- doğu sınırında süregiden istikrarsızlığı önleyemeyerek bir anlamda başarısızlığını ilan etmiştir. Bunun yanı sıra Ortadoğu ve İran meseleleri ile Çin, Hindistan gibi ülkelerin yükselişi Amerika’nın dikkatini kaybetmesine neden olmuştur. Hatta Avrupa Dışişleri Konsey Raporu yazarlarından, analist Mark Leonard’ın yorumuna göre “ABD artık bir Avrupa gücü olmaktan çıkmıştır!”. Tüm bu nedenlere dayanarak AB’nin kendine yeni stratejik ortaklar bulması gerektiği söylenebilir. Bu noktada, Avrupa, Türkiye ve Rusya arasında oluşturulacak bir “triyalog”un önemi had safhadadır!

Rusya’nın bu proje içerisindeki varlığı ise yeni bir dünya düzeninin başlangıcı ve bir anlamda milat olarak algılanmalıdır. Bu noktada NATO kendisine düşman olarak İran’ı seçmiştir.

Gelelim füze kalkanı projesinde ABD’nin gerçek niyetine… Bu konuda çeşitli yorumlar mevcut olsa da geçerliliğini kayda değer bir oranda koruyan ve aslında pek şüphe götürmeyen düşünce, ABD’nin asıl amacının, dünyadaki enerji kaynaklarının 4’te 3’ünün bulunduğu Türkiye ile Çin arasındaki bölge üzerinde NATO’nun etki alanını genişleterek enerji arz güvenliğini sağlamak olduğu yönünde. Şimdi bu füze kalkanı projesi aynı niyetin devamıdır.

ABD, değişmekte olan koşullar ve rollerle birlikte Türkiye’yi seçeneksiz bırakarak İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Peki ya Türkiye ne yapıyor? Polonya ve Çek halkının “nükleer serpinti” tehlikesinin ve sonuçlarının belirsizliğini göz önünde bulundurarak topraklarında istemediği füze kalkanı projesinin ülkemizde gerçekleşmesine izin vererek kendini söz konusu tehlikelerin birinci dereceden muhatabı konumuna getiriyor. Füze kalkanı sistemi Türkiye’de kuruluyorsa nerede kaldı sıfır sorun?

Aslında bu noktada konunun bir başka boyutu da devreye girmiş oluyor: Ekonomik krizin bir sonucu olarak tasarruf tedbirleri açıklayan AB ülkelerine mal satan ülkelerin ticareti de bundan olumsuz etkilenmektedir. Bu bağlamda TEPAV’ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) yaptığı araştırmaya göre; Ekim 2007-Mart 2008 ile Ekim 2009-Mart 2010 dönemleri kıyaslandığında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yaptığı ihracatın yüzde 19 oranında azaldığı kaydedildi. Bu azalmaya karşılık aynı dönemde Türkiye’nin AB’deki pazar payı yüzde 1.14’ten yüzde 1.10’a geriledi. Söz konusu yeni durumdan yola çıkarak Türkiye’nin daha çok Doğu pazarlarına, bir başka ifadeyle Doğu ve İslam ülkeleriyle ikili ilişkiler kurmaya, var olan ilişkilerini de güçlendirmeye yöneldiği bir gerçektir. Yoksa “eksen kayması mı yaşıyoruz” dedirten bu somut durum, gelişmeler ve tüm boyutlarıyla ideolojik arka plan, füze kalkanı projesinde hangi tarafa ait olduğuna karar verirken Türkiye’nin ikilemde kalmasına neden olmuştur.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak yinelemek gerekirse; içinde bulunduğumuz su götürmez gerçek, füze kalkanı projesinin Türkiye’yi kaçınılmaz biçimde taraf olmaya zorlayacak bir süreci başlatmış olduğudur. Denge politikası izlemenin koşulları azalmaktadır. Takke düştü düşecek…

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları