Hikmet Çetinkaya

Umut İlkyaz Çiçeği Gibidir...

05 Mart 2015 Perşembe

Hayatın satır aralarında insan neyi görebilir; yaşanan an ve süreç, doğru ve gerçek çizgisini içerir mi?
Anı yaşarken sürecin bilincindeysen gerçekten yaşıyorsun demektir; gerçeği bilip de doğruyu seçersen, kelimenin tam anlamıyla insansın demektir.
Peki, bunun anlamı nedir?
Sizleri bilmem ama benim için mutluluğun da tanımını içerir insanın hayata böyle bakması...
Doğayı, kuşları, çiçekleri sevmek, yaşam sürecini ucundan yakalamak, barışı hayatın içinde çoğaltıp savaşı lanetlemek!..
Bir değil iki-üç kuşak, askeri darbelerle büyümüş, yaşlanmış, analar, babalar asit kuyularında yavrularını aramış, faili belli ölümlerin adı “faili meçhul” olmuş...
Bu ülke insanı Galatasaray Lisesi önünde toplanan “Cumartesi Anneleri”nin terörist olduğuna inandırılmış, askeri vesayete “hayır” denilirken, sivil vesayete “evet” denilir olmuş.
Bir kötülükten ötekine savrulmuş.
Oysa insanlığın akışıyla, insanın yaşam süreci arasında ayrım vardır.
Kimi insan mutluluğu, dolarları dolaba, para kasasına istifleyip kilitlemek sanır...
Olur mu böyle bir şey demeyin, olur!
Çünkü iktidar gücü, babasının tapulu malıdır onun için!
Oysa birey; saniye saniye, dakika dakika, saat saat, gün gün, hafta hafta, yıl yıl yaşar... Mutluluk ya da mutsuzluk saydığımız sürelerin yelkovanı durmadan döner!

***

Akrep ve yelkovan hiç durmaz, uyumaz, yorulmaz, zamanı avuçlarımızın içinden, bedenimizden ayırıp götürür bir bilinmeyene!
Belki bu saatlerde bir dağın eteğinde, bir vadinin derin kuytuluklarında bir Mehmet karısına, sevgilisine mektup yazıyordur; bir delikanlı ölümle yaşam arasındadır...
Belki Uludere’de, Lice’de bir başka yerde yıldızlar derin uykudadır, sabaha yakın saatlerde...
Kardeşlik, barış türküleri yakılıyordur...
Köktendinci IŞİD’in kaçırdığı Süryani kadın ve çocuklar, Kobani, Suruç...
Oraya yakın bir yerlerde, bir çocuk gözlerini yumup karanlıkta yitip gidiyordur.
Yıllar geçip giderken mutluluğa nasıl bakmalı insan?
Toplum ikiye parçalanmış, halk demokrasi ve özgürlük masallarıyla uyutulmuş... Kin, nefret, intikam duyguları “Anadolu uygarlığı”nın üzerine serpilmiş.
Roboski katliamı unutulmuş, Bingöl’de polis müdürlerini kimlerin öldürdüğü bilinmez olmuş...
Yargıya yasak, habere yasak, düşünceye yasak!
Eh yakındır, şu İç Güvenlik torba yasası bir çıksın, başımıza daha neler gelecek!

***

İnsanın görüşü ufukların ötesinde olmalı; o görüşler hayatı kucaklamalı!
Bu ülkede yargı bağımsız mı? Evrensel hukuk var mı? Adalette eşitlik işliyor mu?
İş Güvenlik Yasası mı yoksa İç Güvenlik Yasası mı?
ILO verilerine göre iş cinayetlerinde dünyada kaçıncı sıradayız?
301 madenci kardeşimizi yitirdik toprağın altında. İş kazası değil bir iş cinayetiydi. Kâr hırsı, para hırsı...
Nedeni bu!
Kimse bana işçi sınıfından söz etmesin, çünkü yok!
Sendikası yok görünürde olsa bile!
Bir ülkede bir ay içinde 68 işçi ölüyor, inşaatlarda...
Mecidiyeköy’de rezidansın 32. katından düşen asansör ve 10 cana mezar olan beton zemin...
Suçlular nerede?
Dışarıda, tutuksuz yargılanacaklar bundan böyle...

***

Satın akreple yelkovanı; hayatın akışı, mutluluğun paylaşımı...
Darbelerin yasal dayanağı yoktur ama üç kuşak “Askeri vesayete biat etmedikleri” için kırılmıştır benim memleketimde...
ABD, NATO, Özel Harp, Kontrgerilla, Gladyo, kıyımcı demokrasi, kibirli cumhuriyetçilik...
Kimi zaman demokrasiler de darbe zihniyetiyle sürdürülmek istenir...
Çünkü bu ülke, memleketim, 33 yıldır darbe anayasası ve yasalarıyla yönetiliyor...
Seçim barajı yüzde 10...
Yetmez mi?
Yeter de artar!..
Bugünler de geçer, eğer yaşadığın sürecin bilincindeysen!
Bakmayın siz bana, hayat hep umuttur, ben de öyle...
Umutla umutsuzluk bir arada yürür aslında, ilkyaz çiçekleri açtığında...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları