Hepimiz Aslı Değil miyiz?

28 Mart 2015 Cumartesi

Aslı Hanım kızımız, Selçuk Yöntem’in sunduğu “Kim Milyoner Olmak İster?” adlı program ile bir anda şöhrete erişiverdi.
Yanlış anlaşılmasın! Milyoner olduğundan ya da son ana kadar bütün sorulara yanıt verip, engin bilgisi ve kültürüyle değil, cahilliğiyle şöhret oldu Aslı Hanım.
Doğrusu günümüzün cehalet ummanı içinde yüzen Türkiyesi’nde bilgisizliğiyle sivrilmek, öyle kolay küçümsenmeyecek bir başarı.
Amacım, haziranda neyi seçeceğimizi bilmeyen, genç kızımızı bilgisizliği dolayısıyla küçümsemek değil. Zaten izleyicilerin de yüzde 55’i sorunun doğru yanıtı bilememişler.
Eh o zaman genç kızımızı muaheze etmeden esefle haykırabiliriz:
-Aslında hepimiz Aslıyız be abi!
Gerçekten de izleyicilerin yüzde 55’i haziran ayında neyi seçeceklerini bilmediklerine göre, durum vahimdir.
Ayrıca neyi seçeceğini bilmeyenler kadar, bilenlerin de büyük bölümü yanılıyor olabilir.
Öyle ya onların verdiği “milletvekillerini seçeceğiz” yanıtı doğru varsayılıyor.
Resmen de öyle.
Ama acaba gerçekten öyle mi?
Örneğin sürekli anayasayı çiğneyerek seçim nutukları atan ve seçmenden AKP için 400 milletvekili isteyen Tayyip Erdoğan’a 7 Haziran’da neyi seçeceğiz sorusunu sorsak, alacağımız hangi cevap acaba doğru olurdu?

***

Olaya yakından baktığımız zaman, hiç değilse kimileri açısından, 7 Haziran oylaması fiili alaturka başkanlık düzeninin, resmen alaturka başkanlık sistemine dönüşme sürecinin ilk adımı değil mi?
İsterseniz hukuk veya siyaset uzmanı olun, bu oylamanın kesinlikle bir parlamenter seçim olduğunu, bir şahsın kişisel ihtirasının önünün oylama yöntemiyle açılması gibi bir amacı olmadığını kesinlikle söyleyebilir misiniz?
Şöyle dönüp geçmişe bir göz atalım ve kaç kez yanıldığımızı görelim.
Kimi referandum dediğimiz oylamalar, aslında daha çok diktalarda revaçta olan plebisitler değiller miydi?
Sandık başına giderken, yapılan oylamanın niteliğini bilmiyorduk da içeriğini biliyor muyduk dersiniz?
Örneğin 12 Eylül 2010 referandumununa giderken, ana slogan şuydu:
-12 Eylül vesayetini yıkmaya gidiyoruz!
Oysa 12 Eylül 2010 referandumunun getirdiği en belli başlı yenilik, yeni HSYK düzenlemesiyle, siyasi iktidarın yargı üzerindeki vesayetini artırmasıydı.
Vesayetin giysisinin değişmesi yok olması demek olmadığı gibi, yeni vesayet eskisinden daha da bunaltıcıydı.
Ama bir sürü aklı başında sanılan, solcu oldukları varsayılan kişi “yetmez ama evet” diye, yel yepelek yelken kürek sandıklara koştular.
Bunların aslında Aslı’dan ne farkları vardı ki?

***

Tabii bu korkunç cehalet durumu, bir de meşruiyet sorunu doğuruyor
Öyle ya! Neyi oyladığını bile bilmeyenlerin oyları, hangi eyleme, hangi kuruma, hangi kişiye, ne tür bir demokratik meşruiyet sağlayabilir ki?
Neye ve neden verildiği bilinmeyen oy, meşruiyetin kaynağı olabilir mi?
Burada, başka ciddi bir sorunla daha karşı karşıyayız:
Bilmemek konumunda bilmediğini biliyorum sanmakla, bilmediğini bilmek durumları arasında bir fark var mıdır? Varsa (ikisi de iyisi olmayacağına göre) hangisi daha kötüdür?
Aslı’nın kahramanı olduğu olayda, sistemimizde neyi bilmediğimizi öğrendik:
Neye oy verdiğimizi çoğunlukla bilmiyoruz.
Ama unutmayalım, bir de olayın öbür yanı var. Bildiğimizi sandığımız ve aslında bilmediğimiz daha neler var, neler!
Onları şimdilik bilmememiz ve belki de hiçbir zaman bilmeyecek olmamız nafile teselli yerine bile geçemez.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları