Sevim Burak’a ‘Sükût Suikastı’

01 Ocak 2014 Çarşamba

“Sükût suikastı” sözü Tanpınar’la özdeşleşmiştir ama ben Sevim Burak’a da yakıştırırım.
Sevim Burak’ın adı 20 yaşındayken, 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan öyküsü ile duyulmuş. “Dünya Hikâyeleri Yarışması”nda Türkiye’yi temsil edip ilk altıya girmiş. Yazar sözlükleri bu tarihi Burak’ın öykücülüğe başlangıcı olarak alsalar da 1950’de başka öykülerini de gazetelerde yayımlatmış. İlk yayımlanan öyküsünün 12 Nisan 1950’de Ulus gazetesinde çıkan “Hırsız” olduğunu belirtiyor Bedia Koçakoğlu (Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim Burak, 2009).
Sevim Burak, 1953’te “Çocukluk dönemi” diye nitelediği bu dönemi noktalıyor ve kendine has anlatımı bulana kadar sekiz yıl öykü yayımlamıyor. İkinci ve esas çıkışı 1965’te “Yanık Saraylar” ile oluyor. Altı öyküden oluşan bu ince kitap yılın edebiyat olayı olarak niteleniyor, tartışmalar yaratıyor. Asım Bezirci, Demir Özlü, Murat Belge, Memet Fuat gibi yazarlar Sevim Burak’ın öykülerini nasıl yorumlamak, tanımlamak gerektiğini tartışıyorlar. 1950 Kuşağının yenilikçi öykü anlayışına rağmen Burak’ın öykülerinin bir yere konulamaması ilginç.
Tahir Alangu, Behçet Necatigil, Haldun Taner gibi isimlerin yer aldığı jüri 1966 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Cengiz Yörük’ün “Çölde Bir Deve” adlı kitabına veriyor. Ödülü “Yanık Saraylar”ın alması gerektiğine inanan Memet Fuat jüriden istifa ediyor. Sevim Burak almayı umduğu ödülün kendisine verilmemesinden sonra küsüyor ve 17 yıl hiçbir şey yayınlamıyor.
1982’de Adam Yayınları’nın kurulması ile yayınlanan kitapları ile tekrar edebiyata dönüyor. 30 Aralık 1983’te de yeniden dönüşünün keyfini süremeden ölüyor. Yaşarken yayımlattığı iki öykü bir de tiyatro eseri var; “Yanık Saraylar” (1965), “Afrika Dansı” (1982) ve “Sahibinin Sesi” (1982). Ölümünden sonra da bir roman, bir öykü ve iki tiyatro eseri daha yayımlanmış. Çok az ve öz yazmış.
Azınlıkların, dışlanmışların, ötekilerin öykülerini anlattı Sevim Burak. İşlediği konularla olduğu kadar yazma biçimi ile de kendine has bir yazar. Memet Fuat’ın belirttiği gibi “Noktası, virgülü, çizgisi, büyük harfi, italiği, boşlukları, basamakları, her şeysinin üstünde, akıllara sığmaz bir titizlikle duran” bir yazar. Bir şiir yazar gibi her cümlenin her sözcüğün üzerinde duruyor, düşünüyor, denemeler yapıyor, öykü yapısını oluşturuyor...
Kendine has yazma daha doğrusu dikte etme tarzı var. Bir daktilografla çalışıyor. Ortaya çıkan metni kesip parçalayıp tekrar tekrar birleştirerek yani bir tür “kes yapıştır” tekniği ile öykülerine son halini veriyor. Bir mektubunda “Ben kavramsal sanatımı kendi fikrime dayalı olarak kurdum. Ve yazı sanatından resimler, heykeller çıkarmaya, soyuttan somutlaşmaya çalışıyorum” diye tavrını açıklamış. Sevim Burak bilgisayar çağında yaşasaydı nasıl eserler verirdi merak etmemek elde değil.
Sevim Burak 30. ölüm yıldönümünde Mimar Sinan Üniversitesi’nin düzenlediği “Ötekilere Yazmak” adlı bir sempozyumla anıldı. Sempozyumu düzenleyen Özge Şahin Uğurel’in anlattığına göre salon tamamen dolmuş ve tüm oturumlar büyük bir ilgi ile izlenmiş. Girişte satışa sunulan yüzlerce kitabı kısa sürede tükenmiş.
Sevim Burak unutulmaya terk edilmiş ama unutturulamamış bir yazar. İlk öykülerini yayımlattığı yıllarda benzersizdi, şimdi bile onun gibi arayışları olan öykücümüz yok. Sevim Burak’ın öykücülüğü ve yazma anlayışı üzerinde daha çok durulması, Türk öyküsüne yaptığı katkının iyi değerlendirilmesi gerekiyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları