Çare

04 Ocak 2014 Cumartesi

Önce, dünkü yazıda Yalçın Akdoğan’ın ismini sehven Yasin diye yazmam üzerine uyaran değerli okurum İsa Kartal’a teşekkür ederek başlayıp kaldığımız yerden devam edelim.
Şu anda yaşanan Cemaat - Tayyip Erdoğan çekişmesini, “Al birini vur ötekine! Bana ne kim kimi yene!” diye bigâne seyretmemiz pek akıl kârı değildir.
Çünkü, ucu eninde sonunda hepimize dokunacak olan bir devlet krizi ile karşı karşıyayız.
Kriz, devleti adeta kendi kendini yiyen bir canavara dönüştürmüş bulunmaktadır.
Şu anda Yasama ve Yürütme’ye egemen olan Erdoğan iktidarı ile adliye ve polisin içinde kök salmış Fethullah Gülen cemaatinin çekişmesi, birçok gerçeği gözler önüne sermiştir.
Bu gerçeklerin bir kısmını görüp diğerlerini es geçmek büyük bir yanlış olur.
Şu ya da bu nedenle su yüzüne çıkmış olan kokuşmuşluğa gözümüzü yumarak, “bu iş komplo” diyerek olan tek yanına takılmak yanlıştır.
Velev ki komplo var olsun! 4.5 milyon doları ayakkabı kutularına kimin koyduğunun araştırılmasının yapılmasından bu yüzden vazgeçip en tepelere doğru tırmanan pisliği görmezden, duymazdan mı geleceğiz?
Ve velev ki pislik iddialarının hepsi doğru çıksın! Polisteki, adliyedeki, gündeme gelmiş, hukuk dışı amaçlara yönelik yapılanmayı sineye mi çekeceğiz?

***

Bunlardan birini ya da öbürünü yapmak, taraflardan birinin ya da öbürünün oyununa düşmektir.
Bu kavgada taraflardan birini tutmak veya onun oyununa gelmek kadar büyük bir yanlış olamaz.
Çünkü onlar bir zamanlar “Beraber yürüdük bu yollarda!..” şarkısıyla kol kola ilerliyorlardı.
Yürürkenki beraberlik yürütürken bozulunca şaşırıp yanlış saf tutmamak gerek.
Dün de belirttik, bu kavgadan kim galip çıkarsa çıksın, hayır sadır olmaz.
Bu kavgadan sadır olmuş olan tek hayır, pisliklerin ortaya dökülmesi olmuştur.
Ama tarafların her ikisi de ne temiz ne de adil bir toplum kavgasındalar.
Onların her ikisinin de isteği kendi egemenliğini sağlamak, kendi buyurgan sultasının tekelini sağlamlaştırmaktır.
Bu durumda hangisi kazanırsa kazansın, okkanın altına giden, vatandaş olacaktır.
Ama içinde bulunduğumuz çok vahim duruma çare aramak da zorunludur.
Çare, mücadelenin kefelerinden birine, demokrasiyi ve yargı bağımsızlığını gerçekten amaçlayan bir gücü yerleştirip olayı demokrasi zeminine çekmektir.
Kısacası çare denklemi değiştirmektedir.

***

Türkiye’de yargının tepeden tırnağa değişmesinin zorunlu olduğunu, 12 Eylül 2010 referandumunun bunu sağlamak bir yana daha da bozduğunu, son olaylar bir kez daha herkesin gözüne soktu.
Bugünkü çatışmanın tarafları bu sonucu sağlayamaz.
Bunu sağlayacak olan, gerçekten adil yargıyı hedefleyen güç veya güçlerin iktidar olması, oraya giden yola çıktığında da bunu sağlayacak reformun planını ayrıntılarıyla seçmenine sunmasıdır.
Böyle bir gücün veya güçler koalisyonunun iktidara gelmesi halinde, yapılması gereken, her şeyi baştan ele alan en geniş çapta katılımla gerçekleşecek bir yargı reformu olacaktır. Siyasal partiler bunu şimdiden programlarına alıp seçmenlerine duyurmalıdırlar.
Yargı mücadelesi denkleminin taraflarını yeniden belirleyecek böyle bir iktidar değişikliğinin bugün pek güçlü bir ihtimal olmaması, yarın da olmayacağı anlamına gelmiyor.
Yok, Türkiye’de denklemleri değiştirecek bir seçim ihtimali hiç yok diyorsak, o zaman da bilmeliyiz ki, yolsuzluk ve adaletsizlik batağında yüzmek mukadderdir.
Üzgünüm ama ne yazık ki böyle!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları