Yavru Vatan Anavatan - I

01 Mayıs 2015 Cuma

Kıbrıs’a ilk kez, 1976 Haziranı’nda, Rum kesiminde toplanan, “Küçük Ülkelerin Varlıklarını Koruma, Kıbrıs Örneği” konulu bir konferansa konuşmacı olarak katılmak üzere gittim. Adaya, Rum bölgesinden girdim, Yeşil Hat’tı geçerek Türk kesimine gittim ve oradan da ayrıldım.
Lefkoşa’da ilk gözüme çarpan şey, sınırın bir yanında mavi bayrakların (Yunan) öbür tarafından kırmızı bayrakların (Türk) dalgalanmasıydı. Adanın iki kesiminde geçirdiğim iki hafta boyunca bu izlenimim daha da pekişti. Bütün Kıbrıs’ta bir tane Kıbrıs bayrağı vardı, o da ayıp olmasın diye uluslararası konferansın yapıldığı binanın önüne çekilmişti.
Kendisiyle görüştüğüm Makarios’un, mütevazı sarayının önündeki bayrağı da, bir Kıbrıslı Rum sosyalist genç zorla astırdıklarını söylemişti.
İşin ilginci, mavi bayrakların bayramları, kırmızı bayraklılara karşı zafer kazandıkları günlerin yıldönümüydü; kırmızı bayraklıların bayramları da mavi bayraklıları yendikleri tarihlerdi.
İkisi de birbirlerine karşı zafer kazandıkları gün bayram yapan “maviler ve kırmızılılar” bu duyguyla yaşar, ikisi de bayraklarını hâlâ bırakamadıkları “anavatanlarının yavru vatanları” olurken, bir yandan da Kıbrıs sorununa bir arada yaşamayı öngören, barışçı bir çözüm aranmasının nafile uğraşısı içindeydiler.

***

Başarı kazanmalarına imkân yoktu tabii ki.
Kıbrıs’ta iki toplumun başlangıçta yan yana bile başlasa zaman içinde bir arada yaşamaya evrilecek bir iradeye sahip olmadıkları sürece, kimse o küçük adada bir çözüm bulma mucizesini yaratamazdı.
Doğrusu ya, Paris yıllarımda tanışıp dost olduğum, solcu Kıbrıslı Rum gençlerin tutumları da bana daha o zaman pek umut vermemişti.
Albaylar Cuntası’nın iktidara gelmiş olduğu Yunanistan’da komünistler başta olmak üzere tüm solculara, demokratlara yapılan zulme karşın, Kıbrıslı Rum dostlar, enosis idealinden vazgeçmeye hiç de niyetli olmadıklarını ifade ediyorlardı..
Eknik kimlikler böylesine ağır basınca, iki hasım anavatanın çocukları nasıl bir arada yaşama iradesini geliştireceklerdi?
Ada halkının, kimsenin baskısı ve müdahalesi olmadan sorunu aralarında çözebilmeleri için, bir arada yaşama iradelerini geliştirmeleri gerekliydi.
1976 baharında ise böyle bir durumun henüz çok uzağındaydık.
Her iki taraf için de geçerli olan bu gerçeği bütün çıplaklığıyla, uluslararası toplantıda dile getirdiğimde, doğrusu ya, Rum tarafından da birkaç şoven mırıltı dışında, pek itirazla karşılaşmadım.

***

Bu kadar açıklamadan sonra, KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın “anavatan-yavru vatan” ilişkisine itiraz eden çıkışını neden olumlu karşıladığımı ayrıntılarıyla anlatmama gerek yok sanırım.
Mustafa Akıncı’nın Tayyip Erdoğan’ın büyük tepkisini çeken açıklaması, bir anlamda KKTC’nin vesayet ilişkisi karşısında ilk kez yüksek sesle itirazı, rüştünü ispatı gibi görülebilir.
Mustafa Akıncı’nın, bu vesayet ilişkisine itiraz ederek daha eşit ilişkiler talep etmesine Tayyip Erdoğan’ın öfkelenmesini anlamak da doğrusu pek mümkün değil.
Sen hem Annan Planı’nı kabul edecek, hem de 2004 yılında Kıbrıs Türkleri’nin de kabulü yönünde etki hatta baskı yapacaksın, hem de anavatan statünde en ufak bir değişikliğe tahammül edemeyeceksin. Bunu anlamak olanaksız.
Tabii, Mustafa Akıncı’nın rüştü ispat çıkışının bir anlam taşıyabilmesi Rum tarafının da Yunanistan karşısında aynı tutumu benimsemesine bağlıdır ki bu konuda da çok iyimser olduğumu ne yazık ki söyleyemeyeceğim.
Ama çıkış yine de kendi içinde tutarlı bir demokrasi dersidir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları