Ulusçuluk, ulus devlet ve Kürtler (11)

03 Haziran 2015 Çarşamba

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile İmralı Heyeti üyeleri Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken’in katılımlarıyla Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde 28 Şubat 2015 günü düzenlenen ortak basın toplantısında açıklanan çözüm sürecine ilişkin, devlet ve PKK arasında varılan “mutabakat” metni şöyleydi:
“1. Demokratik siyaset tanımı ve içeriği. 2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması. 3. Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri. 4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar. 5. Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları. 6. Çözüm sürecinde demokrasi, güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması. 7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri. 8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi. 9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması. 10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.”
Ne var ki bu metin birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Doğru bulmuyorum!” açıklamasıyla rafa kalktı.
AKP’nin beklentisi bunun üzerine Kürtlerin sokağa döküleceği, yeniden silaha sarılacağı yönündeydi. Fakat bu beklenti gerçekleşmedi. Kürt tarafı sükûnetini korudu. HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ seçim mitinglerinde konuya ilişkin eleştirilerini dile getirmekle yetindiler. HDP, 70’in üzerinde yerde seçim standlarının saldırıya uğramasına, parti bürolarının basılıp partililerin silahla yaralanmalarına karşın da provokasyona gelmedi.
AKP, Halkların Demokratik Partisi’ne din üzerinden yüklendi, tutmadı. Terör üzerinden yüklendi, tutmadı. Ağızlarında bu kez de “Mitinglerinde niçin Türk bayrağı yok” sakızını çiğnemeye başladılar. Oysa tek tük de olsa vardı, şimdi çok daha fazla var. Selahattin Demirtaş bu soruya şöyle yanıt veriyordu: “Bizim Türk bayrağı konusunda herhangi bir engellememiz yok. Seçmenlerimiz ve alana gelenler çoğu zaman parti bayrağı alıp geliyorlar ve bunların birçoğunu da biz dağıtmıyoruz. Türk bayrağıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağıyla HDP mitinglerine insanların gelmesinden biz memnuniyet duyarız. Bu konuda ne bir sıkıntımız olur ne de Türk bayrağıyla bir sorunumuz olur. Cumhuriyetin, devletin yurttaşları olarak, vatandaşı olduğumuz devletin temsilini ifade eden bayrak bizim de bayrağımızdır. Bizim karşı olduğumuz şey; bayrağa ırkçı, milliyetçi anlam yüklemek. Milliyetçiliğin ve bir etnik kimliğin, ırkın temsilidir bu bayrak deyip zorla dayatılmasıdır. Bu yanlıştır. Bayrak, devleti ve vatandaşları temsil eder ve biz bundan da gocunmuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin ortak devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağı da hepimizin ortak bayrağıdır.
12 Eylül döneminde, Diyarbakır Cezaevi’nde ve Türkiye’nin birçok cezaevinde Kürt olduğu için tutuklanan siyasi tutuklulara Türk bayrağı önünde diz çökmeleri, biat etmeleri, itirafçı olmaları dayatıldı. Yani bayrak işkence aleti olarak kullanıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı işkence aleti yapılamaz. Asıl bayrağa hakareti yapanlar onlardı biz değiliz. Onun sorgulanması lazım. ‘Siz nasıl ülkemizin bayrağını insanlara işkence aleti olarak kullandınız?’ demek lazım. Onu sorgulamak lazım ki o travma atlatılabilsin. O travma atlatılırsa ben Türkiye’de hiçbir yurttaşın ülkenin ortak sembolüne asla ne tepki ne de bir rahatsızlık duyacağını düşünmüyorum. Ben de eşbaşkan olarak mitinglerimizde Türk bayrağı olmasından memnuniyet duyarım. Hiçbir sıkıntımız olmaz.” (www. imctv.com.tr; 24.5.2015)
HDP, Türkiyelileşme yürüyüşünde önemli bir mesafeyi arkasında bırakmıştı.
Son yazıya geliyoruz…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları