Olaylar Ve Görüşler

Üniversiteler nitelikli mi?

03 Eylül 2015 Perşembe

Her ile üniversite, her ilçeye yüksekokul savsözü (slogan) gerçek olmuştur. Eski atasözleriyle söylersek bunlar; ‘göç yolda düzülür’, ‘saldım çayıra mevlam kayıra’ anlayışıyla açılmışlardır.

Şu anda Türkiye’de 109 kamu, 76 vakıf olmak üzere 185 üniversite vardır. Bunlardan birkaçı öğrenci almıyor. Ayrıca, vakıflar tarafından açılmış sekiz vakıf meslek yüksekokulu bulunuyor.
YGS’ye iki milyon öğrenci başvurmuştur. Bunların bir milyon elli bini üniversiteye geçecektir. Nicelik yönünden hedef başarılıdır. Burada sorun öğretimdeki niteliktir. Üzerinde durulmazsa sorun daha derinleşecek, üniversitede okumak anlamsızlaşacaktır.

Geçiş eşitsizliği
Yükseköğretimde bir başka büyük sorun geçişteki eşitsizliktir. Eski yıllarda bu eşitsizlik dillendirilir, çözüm aranırdı. 12 Eylül’den sonra bu tür sözler unutulmuştur. Günümüzde eşitsizlik, geçtikten sonra öğretimde de devam etmektedir. Eğitimdeki dengesizlik gelir dağılımındakinden daha derindir. Sekiz yıllık Hakkâri Üniversitesi’nin dört fakültesine bu yıl sadece 21 öğrenci alınmıştır. Nedeni öğretim üyesi yokluğudur.
Öğretim üyesi var denilen pek çok üniversitede durum farklı değildir. Herkes başını kuma gömmüştür. Kimse çıplak kralı görmek istemiyor. Ne zamana kadar devam edecektir? Elimizi taşın altına koymak zorundayız. Türkiye’nin iyi ve nitelikli yetişmiş üniversitelilere gereksinimi vardır. Geçen günlerde Socar Üst Yöneticisi, “Üzülerek söylemek zorundayım, lütfen bana üniversite mezunu ÖG (özgeçmiş, CV) yollamayın. Bakmadan çöpe atıyorum” demedi mi? (Cumhuriyet, 09.07.15)” Dolayısıyla nitelikli ve eşit eğitimin herkese sunulmasına çaba göstermek gerekir. Bu iş reklamlar ve renkli tanıtım günleriyle olmuyor.

Kim sorumlu?
Üniversitelerden tek sorumlu Yükseköğretim Kurulu (YÖK) dur. Kurul, son yıllarda niceliğe önem vermiş ve kontenjanları iyice artırmıştır. Doğru mu? Ancak bundan sonra yapılması gereken niteliğin artırılması olmalıdır. YÖK, bazılarının istediği gibi mezun çoğaldı azaltalım diyemez; istihdama yönelik hesap yapamaz. Elbette etkileşme olacaktır. YÖK, niteliği yükseltmekle görevli ve sorumludur. Kamunun, YÖK’ten hesap sorma hakkı vardır. Sorulmalıdır da.
Tercihler sırasında YÖK Başkanı Yekta Saraç bakın neler dedi (Cumhuriyet, 09.07.2015): “Öğrenciler tercih edecekleri üniversiteler arasında öğretim üye sayısına, kaç profesör, doçent ve yardımcı doçent bulunduğuna dikkat etmelidir.” Bu sözleri sen-ben söyleyebiliriz ama, YÖK Başkanı söyleyemez. Başkan, açıktan, yeterli hoca olmayan üniversitelere gitmeyin demek istiyor. Nitekim, lisans programlarını kazananların yüzde13’ü kayıt yaptırmamıştır. Adama, orada sen necisin demezler mi? Başkan’a uyulursa kamu ve vakıf üniversitelerinin çoğuna öğrenci gitmemelidir
Nitelikte öncelikli sorun öğretim üyesi sorunudur. Deneyimli ve kıdemli hocalar önemlidir. Önce, hangi bölümlerde öğretim üyesi gereksinimi vardır, bunu belirlemek gerekir. Belirleme yapılırken kesinlikle ilgili birimlere sorulmamalıdır. Zira, doktorası dahi olmayan bir öğretim görevlisi bile, ders ücreti almak için ‘gereksinme yok’ diyecektir. Daha sonra oralara hoca gönderme yolları bulunmalıdır. İlk yol, doçent ve profesörlere, her unvan için bir yıl zorunlu hizmet getirmektir. Bu yöntem bazı görevlerde uygulanmaktadır. Bir başka öneri, üniversiteleri bir gelişmiş üniversitenin içinde olacağı 3-5 üniversiteli gruplarda toplamaktır. Gelişmiş üniversite, grubunun diğer üniversitelerinin öğretiminden sorumlu olmalıdır. Buna ‘patron üniversite’ modeli diyebiliriz.
Bir başka model ‘uçan hoca’ modelidir. Bu model 1980 öncesinde uygulanmış ve alay edilmişti. Diyarbakır’da çalıştığım dokuz yılda uçan hocalardan çok yararlandığımızı anımsıyorum. Modelde daha çok emekli hocalardan yararlanılabilir.
Başta vakıf üniversiteleri, bütün üniversiteler sıkı denetlenmelidir. Denetleme raporları iki yılda bir açıklanmalıdır. Kamu ve vakıf üniversiteleri kamu kaynakları kullandıklarına göre, kamuya hesap vermek zorundadırlar.

Sonuç
Üniversitede nitelik nicelikten önemlidir. Kontenjanlar bazı gereksinmeler dışında en az beş yıl dondurulmalıdır. Nitelikli öğretim için YÖK cesur kararlar almalıdır. Yasal düzenlemeler gecikebilir, bu yıldan itibaren, YÖK’ün 41. maddesiyle öğretim üyeleri görevlendirilmeleri yapılmalıdır.

Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu
Yökolog, Öğretim Üyesi (E)

 

-

 

Okulu ‘kırmada’ birinciyiz

Çocukları, onlara anlamsız gelen bilgileri ders diye çalıştırmaktan ve okulu kaçılacak yer olmaktan kurtarmak, olsa olsa sunulacak bilgilerin onları ilgilendirmesiyle ve keyif alacakları biçimde onlara servis edilmesiyle mümkündür.

Alkım, 6. sınıf öğrencisi. Anne-baba akademisyen; özel bir kolejde pahalı bir eğitim alıyor. Hemen tatil sonrası Alkım’ın sosyal bilgilerden sınavı var; çalışması gereken ünite “İpek Yolunda Türkler”. Benim saydığım kadarıyla en az altı kez anne ve baba tarafından sınav olduğu ve çalışması gerektiği Alkım’a hatırlatıldı.
Alkım gördüğüm en zeki çocuklardan biri ve hatırlatmaları ustaca yönetmeye çalıştı. Ancak, ilgilendiği ve ilgilenmekten çok keyif aldığı bir bilgisayar oyunu ile meşgul idi.
Ne ile uğraştığına öylesine bir göz attığımda, boş bir adada çevreye en az zarar verecek biçimde nasıl bir koloni yaratılacağına yönelik bir oyun olduğunu gördüm. Gerçekten keyifliydi; neleri niçin oraya taşıdığını ve doğru kararlar için aldığı puanları anlattı.

‘Sınavı geçmek için’
Bu arada ben de, merak edip Alkım’ın çalışmak zorunda olduğu “İpek Yolunda Türkler” ünitesinin alt konularına göz attım. Konu başlıkları şöyle: destan yazanlar, asker millet, ipek yolu, çöle inen nur, Türk büyükleri kendini anlatıyor filan... Alkım’a bu konuları niçin öğreniyorsun diye sordum. Yanıt ilgi çekiciydi: Sınavı geçmek için!.. Amerikalı eğitimci Glasser, hiyerarşik olarak çocukların hangi bilgileri öğrenmeye yatkın olduklarına dair öğretmenlere verdiği tavsiyelerde dört başlıktan bahseder: herhangi bir yaşam becerisiyle doğrudan ilişkili bilgi; öğrencilerin öğrenme arzusu gösterdikleri bilgi; öğretmenin özellikle yararlı olduğuna inandığı bilgi ve sınavlar için gerekli bilgi...
Oysa ki okul programı (müfredat) incelendiğinde genellikle “bir yaşam becerisiyle doğrudan ilişkili bilgilerin” yer aldığı konulara programda en az yer verildiği kolayca görülebilir. Yoğun olarak ele alınan konular ise eğitici-öğretmen bile olduğu şüphe götüren başkalarının, onlar için yararlı olduğunu varsaydığı, çoğu yaşamdan kopuk ve onların gerçeğinden uzak sundukları bilgilerden oluşuyor.
Hal böyle olunca çocuklar okulu kırıyorlar. Ülkemiz de, OECD ülkeleri arasında yüzde 52,2’lik oranla okul kırmada birinci oluyor. OECD ortalaması yüzde 14.5...

Öyleyse...
Çocuklara bir öğretim programıyla ilişkilendirerek bir şeyler öğretmenin yolu, öncelikle onların yaşam alanlarıyla yakından ilgilenmekten ve buralardan veri toplamaktan geçiyor. Çocuklarımızın ihtiyaç duyduğu konular ve ihtiyaç duyacakları konuların öğretim programlarına yansıtmak ve bu oluşumun, okul-öğretmen yoluyla çocuklara nasıl kazandırılması gerektiğinin hesabı yapılmak durumundadır.

Gösterge...
Öğrencilerin, “Yaşasın! Tatil oldu... Okula gitmiyorum” tutumunu, “Eyvah! Tatil oldu... Okula gidemiyorum” tutumuna dönüştüremediğimiz sürece eğitim sistemimiz can çekişmeye devam edecek.  

Doç. Dr. Tuncay AKÇADAĞ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları