PKK’nin Türkiye için kurduğu tuzak

15 Eylül 2015 Salı

2004 yılında hayata veda eden İngiliz oyuncu, yazar ve yönetmen Peter Ustinov’un güzel bir sözü var. İleri yaşlarında BBC ile yaptığı bir mülakat sırasında, “Karamsarlık romantik bir tutkudur. İyimserlik ise bir görevdir” demişti.
Yapı itibarıyla karamsar olan ve bu yüzden dünya ile bir türlü barışamayan biz Türkleri bu söz ne kadar bağlar bilemiyorum, ama bu günlerde iyimserliği bir “görev” haline getirmezsek, bu “romantik tutku” açısında yeni rekorlar kıracağımız kesin.
Yaşananlar karşısında iyimser olmak yine de kolay değil. Tam bir “halklar arası nefret patlaması” ile karşı karşıyayız. Kuşkusuz bunu iki tarafta da isteyenler var. Ama ülkenin bu durumdan hayırlı bir şekilde çıkması mümkün değil. Yakın tarihte Yugoslavya ve Suriye örnekleri var.
PKK’nin acımasızca öldürdüğü asker ve polislerin hıncını almak isteyen kuru kalabalıklar, masum Kürt vatandaşlara saldırıp işyerlerini yakıyorlar. HDP binaları ile Hürriyet gibi konuya nesnel bakmaya çalışanlar da saldırılardan nasiplerini alıyorlar.
Güvenlik güçlerinin Kürt vatandaşlara ve malları ile kurumlarına karşı yapılan saldırıları engellemek konusunda ne kadar hevesli olduğu da ortada. Tarih açısından bakıldığında bu tür yaklaşımların kimleri çağrıştırdığı ortadadır.
Tam da 5-6 Eylül olaylarının anımsandığı şu günlerde bazıları “pogrom bu kez Kürtleri buldu” diyor, bazıları da “Kristallnacht” benzetmesini kullanıyor. Dünyadaki anlayış da bu yönde gelişiyor. İstediğimiz kadar, “vahşi PKK terörünü göz ardı ediyorsunuz” diye hayıflanalım, “İşinde gücünde olan masum Kürtlerin suçu ne” sorusu soruluyor.
Bu arada Cizre’de yaşananlar da, orada PKK’ye karşı demokratik ölçülere uygun yasal bir operasyon mu yürütüldü, yoksa intikam duygularının şehvetine fırsat mı sağlandı sorusunu gündeme getirdi.
Bu operasyonun yapılış şekli, Kobani benzetmelerine ve Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin oraya gözlemci göndermek istemesine yol açtı ki, “uluslararası itibar zedelenmesi” olsa olsa buna denir.
Öte yandan çevremizde, Cizre’de öldürülen PKK’lilerin cenazelerinin on binlerce kişinin katılımıyla kaldırıldığını görüp “orduyu üzerlerine süreceksin, başka çare yok” diyenleri dinlemek de insanı dehşete düşürüyor.
Esad’ın “terörle mücadele” adına 1982 yılında Hama’da yaptığı türden toplu katliamı bizde de “nihai çözüm” olarak önerenlerin bulunması, hangi seviyelere düştüğümüzü göstermeye yetiyor.
İnsanı asıl dehşete düşüren ise bu yaşananların 7 Haziran seçimlerinden sonra düğmeye basılmışçasına patlak vermesi ve şu anda bile bazıları için seçim hesaplarının ülkenin güvenliği ve huzurundan daha önemli olmasıdır. Yalnız, burada bir hususun altını çizmek gerekiyor.
AKP, kasımdaki seçimlerden bazılarının arzuladığı gibi çıkacak olursa, bu sonucun demokratik meşruiyeti, seçimlerin ülkenin bir kısmında iç savaş koşullarında, diğer kısmında ise gelişen antidemokratik koşullarda yapılmış olması nedeniyle sorgulanacaktır.
Yabancı diplomatlar nezdindeki yoklamalar da bunu gösteriyor. Dahası, Kürt vatandaşlarımıza dönük uluslararası sempati ve destek, sokaklarda yaşanan “Kürt avının” çirkin görüntüleri sayesinde de artacaktır.
Bu da Türkleri ajite edip, özellikle Batı düşmanlığını daha da körükleyecektir. Antidemokratik uygulamalarını eleştiren uygar dünya ile kavgalı olan bir ülkenin kendi içinde faşizme nasıl davet çıkardığını anlamak için yakın tarihe bakmak yetiyor. PKK’nin Türkiye’yi içine çekmeye çalıştığı tuzak işte budur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları