Korkunun Ecele Faydası...

07 Ekim 2015 Çarşamba

Türkiye maceranın neresinde? Nereden bakarsanız bakın tam ortasında. Heyecanlı mı; heyecanlı, tehlikeli mi; tehlikeli. Uluslararası ilişkilerde kimin neyi, niçin yaptığı, neyi hedeflediği belli mi; üç aşağı beş yukarı belli. Risklerle kazançlar, efeliklerle ciddiyet birbirine karışıyor mu; karışıyor. Ekonomik çıkarlarla siyaset oyunları, doğalgaz anlaşmaları ile havada “it dalaşları” uyuşuyor mu; eğer siyaset bir bilek bükme oyunu ise neden uyuşmasın? Peki, bu durumda kendini dev aynasında görme psikolojisinden kurtulamamış, ekonomisi küçük, politikası belirsiz, iktidardan düşmüş iktidarların yönettiği ülkelerin hali nice olur?

***

Bir soru daha; bütün bu olup bitenlerden halkın haberi ve dahi “dahli” var mıdır? “Var” diyen ya her şeyden habersiz seyirci ya da büyük oyunun bilinçli parçasıdır. Devletler hiçbir zaman halkın fikrini sormazlar; mümkünse milliyetçiliğin, şovenizmin rüzgârıyla zoraki bir “rızanın” peşine düşerler. Bu, ABD’de “biz büyük devletiz”, Rusya’da “bizi öldü mü sandınız” söylemi ve eylemiyle kendini gösterir. Siz “aman angajman kurallarımıza bir şey olmasın” diye “masa altı diplomasisi” yapmayı planlarken onlar yukarıda işi pekâlâ pişirebilirler.

***

Avrupa’ya gelince; Avrupa Birliği’nin irili ufaklı devletlerinde uluslararası siyasetin anlamı, kafa karışıklığıyla karışık, ABD’den kopmama, Rusya’yla dalaşmama halidir. Ellerinde az koz, çok dert vardır, ne yapacaklarını bilemezler. Örneğin mülteci kapıya dayandığında, “eğitimlisi gelsin, ötekiler için de para verelim” derler. İnsan hakları savunuculuğunu kimselere bırakmama konusu ise başlıca ilgi alanlarıdır; o alan boştur, onlara bırakılmıştır, severek, sevindirerek, “sevindirik olarak” dolaşırlar o boş alanda.

***

Ve bütün bunlar devletler arasındaki ilişkilerdir; sonuçları kanlıdır. Halklar devletlerin bu işlerine, eylemlerine itiraz edebilseler dünya bir başka türlü dönecek, “iklim değişecek, Akdeniz olabilecektir.” Ne yazık ki devlet hakkındaki bilgimiz bilincimiz, kitaplar sayfa sayfa yazmış olsa da kuvveden fiile çıkmaz, çıkamaz. Çünkü devlet, “her derde deva” bir yazarımızın dediği gibi “korkutur.” Her ne kadar o yazar bir gün korkup, ertesi gün değerli bir emeritus Prof’un, “korkacak ne var, başa gelecek gelmiş zaten” mealindeki sözlerinden cesaret bularak başını sütunundan uzatsa da devletin korkuyla eşitliği bozulmaz.

***

Zaten bu nedenle kitaplarda devletin el, yani sınıf değiştirmesinden söz edilir. Ondan asıl kurtuluşun ise zamanın dişlileri arasında, halkın, halkların, sınıfların kendilerini “inkâr” koşullarınının oluşması halinde sönüp gitmesiyle olacağı yazılıdır. Peki, o uzayda uzadıkça uzayan zaman içinde biz hangi vakitleri değerlendirecek de korkunun üstesinden geleceğiz. Zamanla vakit arasındaki diyalektiğe işaret eden filozoflar, vaktin değerlendirilmesi gerektiğini, zaman içinde anlamlı değişikliklerin ancak öyle gerçekleşebileceğini söylerler.

***

İki cümle daha aktarayım da bitireyim artık yazıyı: Birincisi; “gerçeğin rastlantılar içinde vücut bulacağını” söyler. İkincisi pek sevdiğim bir türküdendir; “ölümden korkup da gününü sayan ölür gider yâr koynuna giremez.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları