Herkes olana bakar, boş laflara değil

16 Ekim 2015 Cuma

Türkiye’nin Suriye’de “kabul edilemez” dediği her şey tek tek oluyor. Bunu son olarak PYD YPG meselesinde görüyoruz. Ankara, PKK ile bağlantılı olan Suriye’deki bu gruplara silah yardımının “kabul edilemez” olduğunu söyleyip ABD Büyükelçisi John Bass’i Dışişleri Bakanlığı’na çağırıp “sert bir uyarı” çekmiş.
Ancak Ankara’nın ne ABD’yi, ne de Suriye’deki müdahalesine kızdığı Rusya’yı durdurma gücü yok. Washington’a karşı elindeki potansiyel yaptırımı da kullanabilecek durumda değil. “O halde İncirlik ve diğer üslerimi kullanamazsınız” diyemez. Demeye kalkarsa, Rusya sayesinde şu anda desteğine ihtiyaç duyduğu NATO ile ciddi bir güven bunalımına yol açar.
Kaldı ki, bu kartı masaya koyacak olursa, PYD ve YPG’ye yardımların daha da artmasını adeta garantilemiş olur. “Eğit-donat” programının fiyasko ile sonuçlanmasından sonra Batı’nın IŞİD’e karşı Suriyeli Kürtlerin desteğine ihtiyacı daha da arttı.
Ankara’nın temel sorunu, Suriye’de şu anda, çeşitli güçler tarafından, çatışan gündemlerle, “vekâleten” farklı savaşların veriliyor olmasıdır. Rusya, Akdeniz’deki stratejik çıkarlarını korumak için Esad rejiminin kalmasını istiyor. ABD ise Esad’ın gitmesini, yerine laik ve Batı yanlısı bir liderin gelmesini istiyor.
İran bölgedeki stratejik çıkarları kollamak ve Suudi Arabistan’ı dengelemek amacıyla Esad’ın kalmasını istiyor. Suudi Arabistan ise Şam’da İran’ı dengeleyecek Sünni ağırlıklı bir rejimin peşinde fakat bunun Müslüman Kardeşler’in liderliğinde oluşmasını istemiyor.
Türkiye ve Katar’a gelince, Esad konusunda Suudi Arabistan gibi düşünseler de, bugüne kadar Şam’daki idarenin Müslüman Kardeşler liderliğinde olması için çabaladılar. Ankara, buna ilaveten, Suriyeli Kütlerin zemin kazanmasını engellemek için çabalıyor.
Bu basit döküm bile Suriye’nin nasıl içinden çıkılmaz hale geldiğini göstermeye yetiyor. Hiç kimse aslında ölen Suriyelileri düşünmüyor. Herkes kendi gündemini ilerletme peşinde. Ankara’nın kendi gündemini ilerletme kapasitesi açısından bugüne kadar ne denli etkin olduğu ise ortada.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “benim teröristim iyi, seninki kötü” anlayışını reddediyor. Güzel de, Ankara bile krizin başında bu oyunun içindeydi. ABD, El Kaide bağlantılı El Nusra örgütünü terör listesine aldığında, bunu “zamansız” bulup, örgütün Esad’a karşı etkin olduğunu savunmuştu.
Türkiye çok sonra, ABD’nin baskıları üzerine, bu örgütü de terör listesine almıştı. Buna rağmen Batılı diplomatlar arasında Türkiye’nin bu ve benzeri gruplarla ilişkisinin sürdüğüne inananlar var. Özetle, Türkiye ile Batı arasında bu konuda yaşanan güven bunalımı da tam anlamıyla aşılmış değil.
Yokladığımız üst düzey Batılı diplomatların sözlerinden, ABD’nin PYD ve YPG ile işbirliğinden sırf Türkiye uğruna vazgeçmeyeceği açıkça anlaşılıyor. İş dönüp dolaşıp Ankara’nın Suriye’deki vahim hesap hatalarına ve bunların ülkemizin başına sardığı belalara geliyor. Konuya nesnel bakan gözlemcilerin neredeyse tümü artık AKP’nin dış politikadaki öngörüsüzlüğünü vurguluyorlar.
İslamcılık adına Batı düşmanlığı, bu çerçevede “bizi Şanghay Beşlisi’ne alın” diye Rusya’ya yanaşmalar; Moskova’nın başından beri sürdürdüğü politikasının şifrelerini anlama yeteneksizliğinden dolayı bu kez Rusya ile yaşanan gerginlikler ve bu nedenle tekrar Batı’ya dayanmalar; derken Türkiye’nin anlamlı ve gerçekçi bir dış politikadan ne denli yoksun olduğu fena halde sırıtıyor.
Türkiye, AKP’nin uluslararası ilişkilerin temel dinamiklerini kavrayamaması nedeniyle, içine sokulduğu çukurda daha bir süre kalacağa benziyor. ABD ve Rusya’ya “sert uyarılar” yapılıyormuş, falan, bunlar ise mevcut durumda iç tüketime dönük masallardan ibaret.
Herkes sonunda olana bakar, içi doldurulamayan laflara değil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları