Diktanın Tabanı İstanbul'un Talanı

30 Mayıs 2013 Perşembe

Dün İstanbul’un fethinin 560. yıldönümü idi.
560 yıl önce dün ve bugün İstanbul yağma ediliyordu.
O zamanın hukuku öyle idi. Kent teslim olmadan düştüğü takdirde galiplerin talanının kimse önüne geçemezdi, galibin hükümdarı bile...
Fatih, İstanbul’un yağmasını ancak üç gün sonra durdurabilmiştir.
Zaten fetihten çok önce daha 1204 yılında IV. Haçlılar, başta Ayasofya olmak üzere kenti öylesine talan etmişlerdi ki, Doğu Roma’nın başkentinde geriye fazla bir şey kalmamıştı.
Evet 560 yıl önce dün ve bugün İstanbul talan ediliyordu.
Ama kentin tarihini yakından izleyen herkesin rahatlıkla teslim edeceği gibi, fetihten iki yüz küsur yıl önceki ve beş yüz küsur yıl sonraki talanların yanında, fethi izleyen üç günlük yağma hiç kalır.
Dün
Tayyip Erdoğan tarafından temeli atılan 3. Boğaz köprüsü, fetihten yıllar sonra “İstanbul yağması”nın simgelerinden biridir ve yeni havaalanı ve Tayyip Bey’in bile çılgın diye adlandırdığı, felakete yol açmadan gerçekleşmesi imkânsız İstanbul’a kanal projesiyle birlikte ele alınmalıdır.
Aslında, Taksim Gezi Parkı’nı eski kentin siluetini bozan binaları, hepsini, ama hepsini, aynı çerçeve içinde ele almak zorunlu.

\n

***

\n

Genelde kent, özelde İstanbul rantı, gittikçe esas sureti ortaya çıkmaya başlayan Tayyip Erdoğan diktasının temelini oluşturuyor.
Bu durumda diyebiliriz ki,
“Türkler İstanbul’u 1453’te fethettiler ve 21. yüzyılın başında yağmalamaya başladılar”.
Kentlerin arsaları, yeşil alanları meydanları, kültür eserleri, okul binaları hep tehdit altındadır.
Çünkü hızla dini totalitarizme doğru yol alan Erdoğan diktası, ekonomik olarak üretime dayanmamakta, bu değirmenin suyu üretimden değil, yağmadan, talandan gelmektedir.
Doğrusu, bu özellik ne Tayyip Bey’e ne de AKP’ye özgüdür.
Türkiye demokrasi sandığı çok partili rejime geçişle birlikte, tek parti döneminde başlayıp ivme kazanmış olan sanayileşme hamleleriyle altyapı yatırımlarını yeteri derecede sürdürüp geliştiremeyince, ne Cumhuriyetin temelindeki bağımsızlık ilkesini koruyabilmiş, ne sürdürülebilir bir kalkınmayı ne de varlığı sürdürülebilir kalkınmaya bağlı olan demokrasiyi geliştirebilmiştir.
Böylelikle ürettiğinden çok üreyen toplum, yaşamını ve bekasını, avantayla talana dayamış, devlet eliyle dağıtılan avanta ile devletin işbirliği veya göz yummasıyla yürütülen talan, rejimin üzerinde durduğu iki ayağı oluşturmuştur.

\n

***

\n

Tabii ki, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir ekonomik taban ile sürdürülebilir bir kalkınma söz konusu olamaz.
Sürdürülebilir ekonomik kalkınma üretimle olur, yeryüzünde sürdürülebilir bir talan düzeni olmamıştır, olmasına da imkân yoktur.
Artan kentleşme ile birlikte, AKP projesini dizayn edenler, bunun dış ayağı olarak, küresel kapitalizmin egemenlerini iç ayağı olarak da, rant ve talan ekonomisine bel bağlamış olan iki binli yılların başında kentleri çevreleyen gecekondularda yoğunlaşmış kitleleri bulmuşlardır.
Bu ayaklar üzerinde duran sistem, ne bağımsızlık, ne üretim ne de demokrasi ve özgürlük talebinde bulunur.
Nasıl ki, İslami tutuculuğu küreselleşen kapitalizmin ekonomik liberalizmle bütünleştirerek,
“uyumlu İslam”ı inşa etmek AKP’nin başarısına neden olan olgulardan biriyse, eskiden siyasi iktidarın göz yumduğu yağma-talanı iktidarın tekelinde bir oluşuma dönüştürerek, kurumsallaştırmak da, Tayyip Bey’in başarı sırlarının ikincisi olmuştur.
Ve böylelikle gelişen teknolojinin de yardımıyla, tarihte eşi görülmemiş bir kent, ama özellikle de, büyük arayla başta olan İstanbul yağması başlatılmıştır.
Şehri fetheden Fatih’in adamları da, şehri istila eden IV. Haçlılar’ın çapulcuları da, bu yağmacıların yanında solda sıfır kalmışlardır.
Onlar da şimdi, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yağmalamaktadırlar...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları