Skandal = Rezalet!

04 Mart 2014 Salı

Cumartesi günü köşemizde şu paragraf vardı: “ABD’de alışılmış bir biçimde yönetim, bazı ‘düşünce kuruluşları’ aracılığı ile ilgili hükümetleri uyarır ve kendi kamuoyunu bilgilendirir. Ankara’da büyükelçilik yapmış öncül Morton Abramoviç ve ardılı Eric Edelman ile bazı aydınların, ‘ABD’nin Erdoğan’ı artık defterden silmesi gerektiğini’ açıklayan bir ‘belge’ ekim ayında yayımlandı.”
Aynı gün ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geleneksel nitelikteki “İnsan Hakları Raporu” yayımlandı. 2013 yılını kapsayan raporu Bakan John Kerry açıkladı. Türkiye bölümünde ilk kez “skandal” tanımlaması yapılıyordu. Gezi olayları ve ifade özgürlüğünde AKP hükümeti şiddetle eleştirildi. 17 Aralık yolsuzlukları için de “skandal” denildi.
Eğer onurlu bir hükümet olsaydı, bu açıklamadan sonra Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp “Siz nasıl oluyor da Türk hükümeti hakkında ‘rezalet’ dersiniz?” diye hesap sorulması gerekmez miydi? Tabii onurlu olunursa sorulurdu!

***

Daha o gün bir “skandal” daha yaşandı. 17 Aralık sanıkları tahliye edildi.
Gazetemizin başlığı “Büyük Rezalet” olarak yayımlandı. “Skandal” sözcüğünün Türkçe karşılığı “rezalet”tir.
Kerry de “rezalet” diyordu. “Rezaleti” kimler yapar? Elbette “reziller”! Peki kim bu “reziller”?

***

Aynı gün İngiliz “The Economist” dergisinin “Her şey olanaklı” başlıklı değerlendirmesinin alt başlığı Recep Tayyip Erdoğan hükümetini diğer bir skandal (rezalet) içine çekerken ülkeyi yeni bir belirsizliğe itiyor” biçiminde idi. Üstünde ise gazetemizde de o gün alıntılanan ekteki karikatür vardı.
Karikatürde Başbakan güzel bir Türk halısının altına “pislik” niteliğindeki “dolarları” süpürürken yanda bir el olayı görüntülüyor, öteki el ise pencerenin dışında bekleyen (?) bir helikopteri işaret ediyordu. Bu olay CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helikopterle kaç” sözlerini anımsatıyordu.

***

Bilal evdeki paraları sıfırla!” talimatını veren Başbakan’ın, en önemli yardımcısı Bülent Arınç bile dayanamıyor, “17 Aralık tahliyeleri vicdanları yaraladı” diyor. Anlaşılan Başbakan “rezaletleri” seviyor. Kim bilir daha nelere tanık olacağız?
Yeşilçam, bu günleri 80’lerden önce görmüş olacak ki ekte afişi bulunan “Sıfırla Bilal” adıyla bir film bile çevirmiş!

Babalar ve Oğullar!
Rus yazar İvan Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” kitabından söz edecek değiliz! Türkiye’deki bir başka “baba ve oğlu” anımsatacağız. İsmet İnönü’nün 1949’da ABD’de eğitim gören oğlu Erdal’a gönderdiği mektup bir kitapta yayımlandı. Erdal İnönü, annesi Mevhibe Hanım’a 21 Şubat’ta şu mektubu göndermişti:
“Sevgili Anneciğim,
Dün bir kürkçüye gittim. Bir hermin kap baktım. Dediğiniz gibi kısa ve tuvaletin üzerine omuza alacak şekilde... rengi beyaz, vergiyle beraber 1260 dolar; fakat Amerika dışına satılırken bu vergiden muaf tutuluyor, biz 1000 dolara alabileceğiz. Bugünler Christmas’tan sonraki ucuz zaman dönemi olduğu için şimdi nispeten ucuzmuş, yaza doğru daha pahalılaşacakmış. Ben, söylediğim beyaz kapı benim için saklamalarını tembih ettim. Üç haftaya kadar bir cevap vereceğimi söyledim. O zamana kadar düşündüğünüzü söylerseniz iyi olur.”
Baba İnönü’den oğla giden mektup ise şöyleydi:
“Erdalım, sevgili oğlum,
Annene yazdığın 21 Şubat tarihli mektubunda (...) kürk meselesini okudum. Olacak iş değil; o kadar doları bulamayız. Hemen sözünü geri al. Senin bu kadarcık ihtiyat paran için üç senedir uğraşıyoruz. Hulasa, olacak iş değil.”

Seyit Onbaşı!
Tahliyelerden sonra “Hak yerini buldu!” diyen Başbakan konuştukça batıyor. Balıkesir’de “En mahrem konuşmaları dinlemişler!” derken telefon kayıtlarını da doğrulamakla kalmıyor, 12 yıllık iktidarında; kendisinin, MİT’in ve İçişleri Bakanlığı’nın “aczini” de itiraf ediyor. Aklınız başınıza 17 Aralık’ta mı geldi? Bugüne değin iktidarda olan kim?
Yerel seçimler nedeniyle alanlarda papağan gibi tekrarladığı konuşmaları, ele geçirdiği TRT tüm ülkeye canlı yayımlıyor. Bu konuşmalarda sıkça “Paralel devlete karşı istiklal savaşı veriyoruz” diyor. İstiklal savaşı kim, sen kim?

***

İlkokul tarih kitaplarından beri bir resmi anımsarız! Çanakkale Savaşı’nda Seyit Onbaşı’yı 275 kiloluk top mermisini sırtında taşırken gösteren bu resim ünlüdür. Onbaşı, düşmanın açtığı ateş sonucunda top bataryasının vinci çalışamaz duruma gelince, bu ağır mermiyi taşıyıp namluya yerleştirdikten sonra ateşliyor.
Fransızların “Bouvet” zırhlısının dümeni parçalanıyor ve Nusret gemisinin döşediği mayınlardan kurtulamayınca da boğazda batıyor. Bu olay Türk istiklal tarihine “Çanakkale geçilmez” damgasını vuruyor.
Seyit Onbaşı 1918’de Balıkesir’de Havran’a dönüyor. Yoksulluk yaşamını odunculukla sürdürüyor. Atatürk, bir gün yöreden geçerken Seyit Onbaşı’yı soruyor. Oduncu Seyit, apar topar kaymakamın yedek elbisesi giydirilip Ata’nın önüne getiriliyor.
Giysiden dolayı yanılan Ata, “Seni iyi gördüm!” diyor. O da elbisenin kaymakamın olduğunu itiraf edince, Ata durumu kavrıyor. O gün, tüm gazilere “aylık bağlanması” talimatını veriyor. Ancak Oduncu Seyit, aylığı kabul etmeyip “Ben bunu aylık için değil, vatan için yaptım!” yanıtını veriyor.
Onun adına da İş Bankası’nda açılan hesaba aylığı yatırılıyor. Soyadı yasasıyla da artık Seyit Çabuk olmuştur. 1939’da öldüğünde, İş Bankası önemli bir gerçeği açıklıyor. Oduncu Seyit, değil hesabını “sıfırlamak”, bir kuruşuna dahi dokunmamıştır!

***

Ne demişti “İstiklal Savaşı” kahramanlarından İnönü? “Bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur!” 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları