Konserve hayatlar

10 Şubat 2016 Çarşamba

Televizyon reklamları arasında başı inşaat projeleri çekiyor. Bu projelerin ortak özelliği yapıların yükseklikleri. Konut olarak planlanan gökdelenlerde kat sayısı 50’ye kadar ulaşıyor. Doğrusu, sözgelimi bir binanın 49. katında nasıl yaşanır, bilemiyorum.
İstanbul’da 2000 yılında 10 milyon olan nüfus bugün 14 milyonu aşıyor. 15 yıl içinde gerçekleşen böylesi bir artışa Avrupa’nın hiçbir yerinde rastlanmıyor. Karşılaştırma amacıyla bazı Avrupa başkentlerinin güncel nüfuslarını veriyorum: Oslo (Norveç) 618.683. Stockholm (İsveç) 810.120. Budapeşte (Macaristan) 1.732.000. Amsterdam (Hollanda) 779.808. Uzatmayayım, İspanya’nın başkenti Madrid, İstanbul, Londra, Berlin ve Paris’ten sonra Avrupa’nın en kalabalık beşinci şehridir ve nüfusu, İstanbul’un 15 yılda artan nüfus farkının altındadır: 3.250.00.
İşyerim olan TÜYAP’ın bulunduğu Beylikdüzü’nde 1990’lı yıllarda yaklaşık 2 bin kişi yaşarken, bugün 233 bin kişi yaşıyor. İstanbul plansız, programsız büyüyor. Kentin ana ulaşım ağı olan E5 karayolu BüyükçekmeceTuzla güzergâhında 80’in üzerinde büyük konut, plaza, hastane ve AVM yer alıyor ve yenileri planlanıyor.

*** 

Yeni İstanbullular konut tercihlerini gökdelen benzeri konutlardan yana yapıyorlar. Konuyla ilgili çalışma yapan uzmanlar bu konutlarda yaşayanların zaman içinde “umursamaz ve acımasız” olduklarını ortaya koyuyor. Komşuluk hukukunun yok olduğu, aşırı güvenlikçi yaklaşımla “güven” duygusunun ortadan kalktığı bu konutlarda insanlar toplumdan soyutlanmış “konserve hayatlar” sürüyorlar.
Çocuklar kendileri için öngörülen “sterilize” yaşamlarında mahalle arkadaşlığı nedir, bilmiyorlar. Arka sokağın adını sorsanız, omuzlarını silkiyorlar. Küçücük yaşlarında topluma, sokaklarda yaşanan gerçek hayata yabancılaşıyorlar.
Uzmanlar, Batılı orta ve üst sınıflara ait insanların da ilk yıllarda bu tür konutlarda yaşadıklarını, ancak buralardaki yaşamın olumsuzluklarını görüp konutlarını “yoksullara” terk ettiklerini, zaman içinde bu konutların “yoksullar hapishanesine” dönüştüğünü anlatıyorlar.

*** 

Bir süredir “kentsel dönüşüm” felaketini yaşıyoruz. Eski mahalleler ortadan kaldırılıyor, yerine aynı kafayla yeni “konserve hayatlar” için yüksek konutlar, plazalar, AVM’ler yapılıyor. Tarihsel dokular iğdiş ediliyor, yeşil ortadan kaldırılıp yerleri betonlaşıyor. İstanbul, Dubai’leşiyor.
Ülkemizde varsıllar, kendileri gibi olanlarla sitelerde, yüksek konutlarda yaşamayı yeğliyorlar. Bu seçim onları kendileri gibi olmayanlardan uzaklaştırıyor. Birebir iletişimleri olmadığı için onları anlamıyorlar, kafalarında onlara karşı önyargılar oluşuyor. Bu önyargılar, kendileri gibi olanlarca onaylandığından giderek pekişiyor.

*** 

Benim tercihim ise hep “mahalle karakterini” hâlâ koruyan semtlerde yaşamak oldu. Çocukluğumdan bu yana böyle gördüm, böyle yaşıyorum. Moda’da oturduğum eve beş dakika yürüme mesafesinde dört bakkal var. “Şenol”, “Deniz”, “Akça” ve “Öztürk” marketler. Hepsi ahbabım, yemek yediğim lokantaların, gittiğim pastanelerin sahipleri ve çalışanları gibi taksi durağındaki şoförler de...
Onlarla sohbet ederken zenginleşiyorum.
Doğrusu, kentten, kentin insanlarından kopuk yaşamlar sürenlerin adına üzülüyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları