Meriç Velidedeoğlu

Engizisyon - Ergenekon

29 Nisan 2016 Cuma

“Kumpas Davaları”nın ilki olan “Ergenekon Davası”nın, “21 Nisan”da Yargıtay’daki temyiz duruşması sonunda, “mahkûmiyet kararları”nın bozulduğu, “Ergenekon” adlı bir terör örgütünün olmadığı da açıklandı; ayrıca kararda, cezaevinde tutukluyken merdivenlerden düşen dolaysiyle çok ağır sağlık sorunları yaşayan eski “J. Gn. Komutanı Şener Eruygur” hakkında yargılamanın ancak “savunma yapacak” duruma geldiğinde başlanacağı dile getirilirken, gözlerim salonda “Org. Hurşit Tolon”u aradı; yine en önde oturuyordu tıpkı “Ergenekon” duruşmalarında olduğu gibi.
Şimdi, “Ş. Eruygur”a uygulanan bu “insanca tutum” yerine, Ergenekon’da nasıl bir “acımasızlık” sergilendiği bilmem anımsanır mı?
“2009” yılının “Şubat”ında, Ergenekon duruşmaları sürerken tutuklu bulunan “Org. H. Tolon”un hastalığı çok hızla artınca, “tahliye” edilmişti; ne ki yandaş basın anında kıyametler kopararak karşı çıktı; yetmedi, duruşmanın -şimdi kaçak olan- savcısı “Zekeriya Öz” de anında “iptal” başvurusu yaptı.
İlhan Selçuk” bu “insanlık dışı” tutuma dayanamamış, ertesi günkü yazısında: “Meğer ne kadar gaddar imişler (...) Suçlu olup olmadıkları belli olmayan insanların eza cefa çekmeleri, sağlıklarını yitirmeleri (...) karşısında adeta ‘zevk’ duyuyorlar!” diyerek isyan etmişti. (13.2.2009)
Gerçekten böyle bir “zevk” alış, yüzyıllar öncesinin “Engizisyon Mahkemeleri”nin yargılama sürecinde bile az görülmüştür, dense yeridir; bu mahkemelerin en ünlü örneği olan “Galile”nin yargılanmasında, bilim adamı hasta olduğu için davanın açılması, hemen hemen “dört ay” ertelenir (1632).
“Engizisyon”un yargılamalarında bile rastlanabilen bu “insansal” tutumun, “21. yy”daki “Ergenekon” duruşmalarında dikkate alınması bir yana, “önlenmesi” istendi... Evet, önlenmesi...
Böylece, bu “Kumpas Davaları” sürecinde, Türkiye’ye, bizlere, “insan”ın ve “insanlık” duygusunun açıkça çiğnendiği bir “dönem” yaşattılar.
Yaklaşık “400 yıl” önce Engizisyon’un savcısı 70 yaşındaki “Galile”yi günde “5-6 saat” süreyle ve ara vererek sorgularken; “83” yaşındaki “İlhan Selçuk” geceyarısı evinden alınıp aralıksız “48 saat” sorgulanmasını nasıl açıklarız, değerlendiririz?
Bu tür “sorgucu”lara “Uğur Mumcu”nun, “Ah bir savcı olsam!” dediği yazısındaki “Sizler insan mısınız?” sorusu, sanırım en yerinde bir değerlendirme.
İyi de, ülkenin “Başbakanı” ortalara çıkıp, “Ben bu davanın savcısıyım!” diye haykırırsa ne olacak? (15.7.2008)
“Başbakan Erdoğan”ın bu “savcı” ilanından üç ay sonra başlayan “1. Ergenekon”un duruşmalarında “adalet”in yeri olabilir miydi? Artık tam anlamıyla bir “Silivri Çadır Mahkemesi” oluşturulmuştu...
Ne var ki, bir süre sonra Erdoğan: “Ben bu davanın ne sağında ne solunda, ne altında ne de üstündeyim!” deyiverdi; oysa “TV”de hepimizin gözlerine baka baka “davanın savcısı” olduğunu söylemişti; hem gördük, hem duyduk, hem okuduk...
Artık iyice kimliğinin bir parçası durumuna gelen bu tutumunu kuşkusuz “Cumhurbaşkanı” olarak da sürdürüyor; ünlü “Dolmabahçe Mutabakatı” için, “Bu hükümetin terör örgütüyle hiçbir mutabakatı söz konusu olamaz!” diyor... Peki, “Oslo Mutabakatı” ne olacak? Teröristbaşını, “Sayın Öcalan!” diyerek (18.4.2004) yüceltip, saygınlaştırması, “mutabakat”tan daha ileri bir ilişkinin dışa vurulması değil miydi?
Hele, “askerlik yan gelip yatma yeri değildir!” vurgulamasının ardından, “şehit”lere “kelle” demesini ve şimdi de, “Şehitlerimizi altın harflerle tarihe yazıyoruz!” haykırışını da nasıl değerlendirmeli?
Bırakalım bir ülkeyi; “aile” topluluğu içinde böyle birinin bulunmasının ne anlama geleceğini düşünmek ya da görmek “yeter!” diyerek, Ergenekon duruşmalarında yaşananlardan bir ikisine değinelim.
İddianameye göre “Cumhuriyet gazetesi 1945 yılında, Alman İstihbarat Servisi’nce finans edilerek kurulmuştu; oysa iddianame yazıcıları, gazeteyi ellerine alsalardı, '62aşlığın hemen altındaki “1924”ü görebilirlerdi...
“E. Yrb. Mustafa Dönmez”in, evine arama için baskın yapan polisler, devletin verdiği “subay kuşamları”nı ve “kılıç”ını da alıyorlar, tutulan tutanağa da işlemiyorlar; “M. Dönmez” tüm duruşmalarda, “Kılıcımı verin!” diye haykırdı durdu yıllarca...
“Tuncay Özkan” da, yüzlerce yüzlerce sayfalık iddianamenin bitmez tükenmez okuma sürecinde, Ergenekon’un baş tertipçisi “ABD”li haham “Tuncay Güney”le sık sık karıştırılmasına isyan ederdi.
Hele sanık “Hayrettin Erkmen”in, hasta sanıklarla birlikte hastaneye götürülüp orada unutulması, saatlerce bekleyen Erkmen taksi tutup Silivri’ye gelmiş; duruşmalarda “Hiç olmazsa taksi paramı verin!” diye haykırır dururdu...
Kuşkusuz bunlar gülümseten anılar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları