Din, devlet ve laiklik

03 Mayıs 2016 Salı

İnsanoğlu, gizemini açıklayamadığı muhteşem evrensel oluşumu Tanrı ve dinler yoluyla anlamaya çalışmış. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve diğerleri insanoğlunun büyük bir kısmının inancı ve dayanağı haline gelmiş.
Dinler toplumsal yaşamın bir parçası olmuşlar. Toplumsal yaşamın bir parçası olunca, “toplumlardaki siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri olayların içine sokulmuşlar”.
O zaman da Giordano Bruno’nun daha 16. yüzyılda söylediği gibi, “Tanrı yeryüzündeki iyi insanlar ile kendi iradesini egemen kılmak ister; buna karşılık dünyadaki kötü insanlar Tanrı’yı kendi çıkarları için kullanmaya kalkarlar”. Böyle dediği için de engizisyon tarafından 1600’de yakılarak ölüme mahkûm edildi.
Avrupa aydınlanma çağı Kilise’nin (dinin) yerini, hayatın siyasi, iktisadi, askeri boyutundan ayırarak gerçek, olması gereken yerine oturttu. “Laiklik” bu evrimde köşetaşı oldu.
İnsanın (bireyin) temel hak ve özgürlükleri sıralandı. Bunlar çağdaş demokrasilerde olmazsa olmazlar içine sokuldu. Siyasetçinin, işadamının ve ordunun Bruno’nun anlattığı gibi, dini bir araç olarak kullanmasının önüne geçildi.

Türkiye örneği
İslam ülkelerinde bu çağdaş ve demokratik gelişmelere Atatürk devrimleri ile sadece Türkiye ayak uydurmaya çalıştı. Burgiba (Tunus) gibi öncü Arap liderleri Atatürk’ü ve devrimlerini örnek aldılar. Arap Baharı’nın (!) kirliliği içindeki tek istisna Tunus olmadı mı? Din devleti olmaya karşı direnç gösterdi. Bugün yaşamakta olduğumuz kutuplaşma ve çatışmanın iki temel faktörü vardır;
1) Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşma, laiklik ve demokrasi çabalarına karşı dinci örgütlenmeleri esas alan ve laikliğe karşı oluşumlar.
2) Kimi küresel güçlerin bu “karşıdevrim” çabalarına destek vererek Türkiye’yi yeniden yapılandırma ve bölme istekleri. PKK, YPG kepazeliğinde olduğu gibi.
Meclis’teki, medyadaki, iş hayatındaki kutuplaşma ve kavgaların gerisinde bu faktörler etkilidir. Bir yanda Türkiye’yi laiklikten tamamen kopararak antidemokratik, ilkel bir “Ortadoğulu dinci devlet” yapmak isteyenler; öte yanda ülkeyi çağdaş, demokratik ve laik bir yapıya kavuşturmak isteyenler.
Birinciler dini, bir güç ve örgütlenme aracı olarak kullanarak ülkeyi çağdaş hukuk ve laiklik dışına çekmek istiyorlar, aynen engizisyon tarafından yakılarak öldürülen Bruno’nun söylediği gibi, bugünün engizisyonlarını yaratıyorlar.
Irak’ı bölenler, Suriye’ye silah ve terörist sokanlar hepsi de radikal dincilerdir. Atatürk ve laiklik düşmanları, demokrasi düşmanları hep birlikte hareket ediyorlar.
Türkiye’de IŞİD sempatizanlarının anketlerde yüzde 14 çıkması, aynı oranda, şeriat düzeni ve din devleti isteyenlerin bulunması çarpıcıdır.

Dinci örgütlenmeler mi?
Oranları düşük olsa da radikal dinci ve şeriatçılar “çok daha örgütlü” duruma gelmişlerdir. 1961 Anayasası’ndaki toplumsal örgütlenmelerin kaldırılması için 12 Eylül darbesi yaptırılmış ve “dinci örgütlenmelerin yolu açılmıştır”.
Bugün din devleti ve şeriat düzeni içinde bir devlet yapısı isteyenlerin altyapısı böyle hazırlandı. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi girişimleri bu sürecin son noktasını oluşturmaktadır.
Kıbrıs’tan ve Ege’den çekilen ülke S. Arabistan’ın Sünni ordusuna katılmakta, Katar’la üs anlaşması yapmaktadır.
Türkiye bugün radikal dinciler ve PKK’nin sarmalına sokulmuştur. Her gün patlayan bombalar ve insan kayıplarımız bunun sonucudur.
Her ikisinin de ortak stratejik hedefinde Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri düşmanlığı yer alıyor.
Bu gidişi değiştiremez isek, sonumuz Suriye olur. Bütün partiler, sivil toplum örgütleri, iktidardakiler ve muhalefettekiler “asgari müştereklerde” birleşmek zorundayız, hâlâ göremiyor musunuz?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları