Özgür Mumcu

1919 meselesi

05 Mayıs 2016 Perşembe

 "Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyete atlıyorsa biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır.”
Bunlar Cumhurbaşkanı’nın sözleri. Yeni Türkiye’nin bir çocukluk hastalığı olarak Osmanlıcılık başlığıyla Tayfun Atay da köşesinde konuyu işledi.
Hepimiz Milli Eğitim’in müfredatına göre tarih derslerini gördük. Bırakalım tarihin 1919’dan başlatılmasını, tarih kitaplarının bir padişahlar geçidi şeklinde tasarlandığını bilmeyenimiz de yoktur.
Sayın Erdoğan, olmayan bir dertten yakınıyor. Ancak kastettiği, Cumhuriyet’in kuruluşundaki tarih anlayışı. Yeni Cumhuriyet kurulurken Osmanlı’ya belli bir mesafenin alınması ve milli bilinci pekiştirmek için Türk tarihinin uzak tarihlere dayandırılma çabası. Yani bir parantez olarak değerlendirilen Cumhuriyeti kapatmak ve kendi rejimini Osmanlı’nın doğal bir uzantısı olarak resmetmek amacı bu açıklamaları yaptırıyor.
Erdoğan, Kurtuluş Savaşı’nın yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’nı da milletin şahlanışı olarak değerlendiriyor. Bir işgale ve parçalanmaya karşı mücadele olan Kurtuluş Savaşı ile Birinci Dünya Savaşı’nı bir tutmanın pek anlaşılır bir tarafı yok. Savaşta kahramanca mücadeleler verilmiş olması, emperyalistlerin bölüşüm savaşına Almanlarla beraber dalındığı gerçeğini değiştirmiyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, aynı konuşmasının devamında “Maalesef biz resmi tarihimizi yıllarca tam da İngilizlerin istediği gibi düzenledik” diyor. Aslında Osmanlı ordusu iyi durumdayken, masa başı oyunlarla Cumhuriyetin İngiliz çıkarlarına uygun bir şekilde kurulduğunu ima ediyor. Bu, İslamcı geleneğin ağzına sakız ettiği eski bir çarpıtma. İngilizler, Hindistan’daki Müslümanları denetim altında tutmak için hilafetin kaldırılmasını istedi, laiklikle bizi Ortadoğu’daki ümmetten kopardı diye özetlenebilecek bir anlayış bu.
Oysa, mesela Paris Barış Görüşmeleri’nden biliyoruz ki, bizzat Büyük Britanya’nın Hindistan Ofisi, Hindistan’daki Müslümanlar ayaklanır korkusuyla ne hilafetin kaldırılmasını istiyor ne de İstanbul’da padişahın yabancı işgalinde olmasını. Yani İslamcıların söylediğinin tam tersini savunuyor. Hindistan Ofisi’ni dinlemeyen, diğer İngiliz siyasetçilerin bile “rüyalarını dahi Yunanca görüyor” diye sarakaya aldıkları Lloyd George. Onun da ısrarını kıran, Kurtuluş Savaşı’nın başarılı gidişatı. İtalya, hükümet değişikliği sonucunda Türkiye politikasını değiştiriyor. Fransa ise Suriye’deki Arap isyanıyla ilgilenmek için, İngilizlere haber vermeden Ankara Antlaşması’nı yaparak Anadolu’dan uzaklaşıyor.
Osmanlı ordusunun Ortadoğu’da tutunabilecek olduğundan bahsetmenin âlemi yok. Şayet amaç bölgede ordunun daha da dağılmasını engelleyerek nizami bir ricatı gerçekleştiren Mustafa Kemal’i karalamak değilse elbette.
Parantezin diğer ucundaki Osmanlı ne yapıyor o sıralarda. Damat Ferit, Paris Konferansı’nda müttefiklerin liderlerine yalvarıyor. Kem küm etmekte, yazılı olarak vereceği taleplerini bile hazırlayamamış. Performansı “acıklı” diye değerlendiriliyor. ABD başkanı Wilson, “Hayatımda bundan daha aptalca bir şey görmedim” diyerek, Osmanlı delegasyonunun geri gönderilmesini teklif ediyor.
Bir yanda Libya’da gerilla savaşından, Suriye ve Irak’ta nizami harp etmiş, Ortadoğu’yu avucunun içi gibi bilen Cumhuriyet’in kurucuları ve onların verdiği son mücadele. Diğer yanda İngiliz Muhipleri Derneği üyesi, devletin itibarını beş paralık eden Damat Ferit Paşa.
Kimsenin tarihi 1919’dan başlattığı yok. Ama olmayan bir parantezi kapatmaya çabalayan, tarihi, meczuplardan ve romanlardan öğrenmiş bir hareket var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları