‘Tarih’ kavramı, vatan hainliği ve Can Dündar suikastı…

09 Mayıs 2016 Pazartesi

"Tarih” kavramı ile bir sorunumuz var. Aslında sadece tarih kavramı ile değil, hemen bütün kavramlar ile onları anlama ve kullanma biçimimiz bağlamında sorunumuz var - genel bilgi düzeyi yüzyıllar boyunca bir biat kültürünün parmaklıkları dışına çıkamamış bütün toplumlar gibi.Öte yandan, “tarih” kavramı ile sorununuz varsa eğer, örneğin “tarih” ve “geçmiş” kavramlarını -bugün bizim hâlâ yaptığımız gibi-birbirinin eşanlamlısı olarak kullanıyorsanız, o zaman bu sorunun çözümlenemeden kalması çok trajik sonuçlara yol açabilir ve bu sonuçlar, bir gazeteciye sırf gazeteci olduğu için sıkılan kurşunların kalıbında da somutlaşabilir.

‘Geçmiş’ ile ‘tarih’in farkı…
Geçmiş”, zamanın şimdi’den geriye uzanan tüm yolunu kapsayan bir sözcük ya da kavramdır. Ve bu yapısıyla, irademizden bağımsızdır. Örneğin ben bu yazıyı yazmak üzere yarım saat önce bilgisayarın başına oturmuşsam, bu yarım saat artık geçmiş’in malıdır. Benim “geçmemiş” ya da “olmamış” sayabileceğim bir olgu değildir. Sonuç: “Geçmiş”, biz istesek de istemesek de sürekli dolan bir yamalı bohça gibidir. Bu bohçaya hangi “olmuşların” gireceğini saptamak, bizim kararımıza bırakılmamıştır. Yani “geçmiş”, şimdiden önceye ait olanların tümüdür. Ve en önemlisi: Olan’ları yadsımak, onları “olmamış” kılmaz!
Buna karşılık “tarih”, ancak biz istersek gerçekleşen bir zamansal düzenlemedir. Çünkü tarih kendiliğinden değil, ancak bizim olmuşlar bohçasından iradi olarak seçtiğimiz olaylar/olgular arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurmamızla gerçekleşir. Elbette bu ilişki kurma eylemi, onu kuranların birikimi veya amaçları doğrultusunda, doğru ya da yanlış olabilir. Bu nedenle, doğru ya da yanlış/ yapay tarihlerin varlığından söz edebiliyoruz. Buna karşılık “olmuş” bir olayın doğruluğu ya da yanlışlığı, onun “olmuşluğundan” değil, ancak ona bağlanan yorumlardan kaynaklanabilir.
Yoksa “olay”ın kendisi, zaten “olmuştur”, o kadar!

Diktatörler ve ‘kendine göretarih’ tutkusu…
İnsanlık tarihi boyunca diktatörler, genellikle bu gerçeğin bilincinde olmuşlardır. Bundan ötürü de tek kişilik iktidarlarını yasal ve haklı kılmak amacıyla, toplumlarının kendilerine kadar uzanan tarihlerini kendi varlılarını kaçınılmaz kılan neden-sonuç ilişkilerinin kalıbında yeniden düzenlemeye kalkışmışlardır. Dikkat edilsin: Bu bağlamda gerçekleştirilen eylem, olmuşların “olmuşluklarını” yadsımak değildir, fakat kendi iktidarlarını sonunda tarihsel bir zorunluluk gibi gösteren tarih perspektiflerine yerleştirme çabasıdır.
Ülkemizde yılardır olup bitenler de aslında böyle bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayışa göre laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir olgudur, ama toplumumuz bağlamında yanlıştır. O halde “olması gereken”, neredeyse yedi yüz yıllık bir biat toplumunun temsilcisi olan “Osmanlı modeli”ne geri dönmektir. Bu yolda çaba harcayan herkes için, “Türkiye seninle gurur duyar!”. Modelin dışında kalan çağdaş ve aydınlanmadan yana kafalara layık görülen ise, tıpkı Can Dündar olayındaki gibi, “vatan haini!” nitelendirmesi ve hatta icabında sıkılacak birkaç kurşundur!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları