Ölüme yatan maden işçileri, bizi bağışlamayın!

29 Mayıs 2016 Pazar

Utanç içindeyim. On gündür, madenci kenti Zonguldak’ta 28 maden işçisi madenin koyu karanlığında ölümü bekliyor. Zonguldak’ı ve madenin koyu karanlığını çok iyi bilirim. Dört yıl önce kentte bir süre kaldım. Madenlere inip, yeryüzünden 400 metre aşağıdaki karanlığı, oradaki ölüm koşullarını sizlere yazmaya çalıştım. Ölüm kuyularından söz ettim. O kuyularda metan gazı öylesine birikmiştir ki, yanlışlıkla tek adım attığınızda anında ölürsünüz. Tuvalet yoktur! Yemeğinizi sular damlayan, karanlık içinde yersiniz. Ve madenci kadınları, çocukları sürekli yürekleri pır pır ederek akşamı beklerler. Evin erkeği geldiğinde hepsi derin bir oh çeker. “Bugün de Azrail’i yendik!”
Acı ama gerçek, dünyanın en kalabalık “iş kazası şehitliği” Zonguldak’tadır. Çok gitmenize gerek yok, Zonguldak Havzası Maden Şehitliği, hemen kıyıda, kentin en güzel yerinde size seslenir. Beş bine yakın madenci şehidinin adları yıllarına göre yan yana yazılmıştır. Onlar için şimdi bir dakikanızı ayırmanızı istiyorum. Onlar, bu ülkenin kalkınmasında temel bir hammadde olan kömürü çıkarırken öldüler. Geride gözleri yaşlı analar, bacılar, sevgililer ve yetim çocuklar kaldı.
İşte ölüm bugünlerde gene Zonguldak’ta ellerini ovuşturarak bekliyor. Bu kez Kilimli’de bir maden girişinde. Madende en temel hakları için ölüme yatan (ölüm orucu tutan) madenciler var. Yan yana uzanmışlar, üstlerinde onları madenin neminden asla koruyamayan battaniyeler, dışarıda madenin girişine çocuklar, kadınlar, kız kardeşler bekliyor. Sanki orada olmaları Azrail’in işini zorlaştıracak öyle hissediyorlar. Küçük bir oğlan çocuğu bir taşın üstüne oturmuş sürekli ders çalışıyor. O ne kadar çok ders çalışırsa babası o kadar çok ölmeyecek. Bir kadın elinde tespih hiç durmadan dua ediyor. O ne kadar çok dua ederse kocası o kadar çok ölmeyecek. Bir kadın kucağında çocuğu, madene girmenin yollarını arıyor, “birlikte ölelim.”
Ne yazık ki, bu satırların yazarı ölüm oruçlarını da bilir. Siz hiç ölüm orucu tutan birinin yüzünü, bedenini gördünüz mü? Ben gördüm, belki de utanmam en çok bundan! Önce derinin rengi solar, sonra kaslar erimeye başlar, başınızı bile dik tutamazsınız. Kelimeler sizi terk eder ve güçlükle soluk almaya başlarsınız. Gözleriniz çukura kaçar ve artık görmez olursunuz. Ölüm sizi bulmazsa geri kalan yaşamınızda öylesine sakatlıklarla karşı karşıya kalırsınız ki, ölümü özlersiniz. Ölüm orucu bu demek, insanların en son çare olarak bu korkunç gaddar düzene bedenlerini sunmaları demek!
İşte on gündür onlar bedenlerini bu gaddar düzene sunuyorlar. Ama biz ne yapıyoruz, günlerdir izliyorum, ne bir sendika yöneticisi, ne Tabipler Odası’ndan doktorlar, ne Halkın Hukukçuları, ne sivil toplum kuruluşları madene uğradılar! Sanki yoklar! Diyeceksiniz ki, her kuruluşun işi başından aşkın, nedense bu günlerde bir kurşunla öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler sık sık aklıma geliyor. O olsaydı ne yapardı diye düşünüyorum. Hiç uzatmaya gerek yok, ölüme yatan işçilerin sendikalı ya da sendikasız olmalarına hiç aldırmadan, o madene iner ve işçilerle birlikte ölüm orucuna başlardı. Nerede popüler davalarda boy gösteren DİSK yöneticileri? Belki anlarsınız neden işçiler sizlerin peşinden gitmiyor!
Tarih boyunca görülmüştür ki, toplumsal başkaldırı hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir yerden gelir. En son Gezi olayını anımsayalım. Bir ağaç bizlere yeniden insan olduğumuzu, yaşadığımız zamanda bizi de içine alan kirlenmeyi anımsatmıştı. Şimdi bu ölüm oruçları da bize uzun zamandır unuttuğumuz sınıf gerçeğini anımsatabilir. Üstelik Zonguldak büyük işçi direnişleriyle ülkenin en destansı yerlerinden biridir. Şimdi hep birlikte Zonguldak’a akmalıyız. Ölümleri beklemeden, yeniden Zonguldak olmalıyız. Bunun için hâlâ bir fırsat var! Ölüme yatan o madenciler bize sesleniyor: Duyun, duyurun ve bizimle birlikte olun! Artık iyice kısılan sesimize ses katın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları