Hikmet Çetinkaya

Ölüdür o çocuklar konuşmaz...

12 Haziran 2016 Pazar

Kurşun güneş altında çürüyen ağaçtır hayat...
Gülümseyen bir çocuktur bahçede...
Aylardan hazirandır!
Eski günlerden kalan bir sevda, bir aşk, özlem, tutku!
Sesin uzaklardan gelir, bir müzik eşliğinde:
Seni çok özledim çok!
Buz mavisi kesilmiş bir gökyüzünde bir başka kadının kaçışıdır; terk edilişin öyküsüdür, kanla sulanan kadim topraklarda bir hayatın yitip gitmesidir.
Tüm aylar, dört mevsim benim yüreğimde acıdır, hüzündür.
Gecenin sağır sessizliğinde hıçkırıklara boğulurken, Lice’yi, Sur’u, Yüksekova’yı, Nusaybin’i, Midyat’ı düşünürüm...
Gözlerim, ellerim, yüreğim süzülen bir yıl gibidir.
Çocukları düşünürüm, Mehmet’leri sınır boylarında, dağlarda, vadilerde.
Aşk ve düş parantezleri arasında gözlerini, saçlarını...
Yannis Ritsos’un dizelerini mırıldanırım bir ışık sahilinde, Homeros’u anımsarım:
Göklere inanırdım eskiden; ama sen denizlerin derinliğini gösterdin bana; ölü kentleri, unutulmuş ormanları, boğulmuş gürültüleriyle...
O sırada kırmızı bir güneşi yakalamaya çalışırım.
Duraklarım...
Sesini duyarım o anda: “Seni çok özledim çok!
Kıraç bir toprakta, kül olmuş kentlerde, yoksulluğun boy verdiği topraklarda bebeklerin öldüğüne tanık olurum.
İçim acır!
Yüreğime bir ateş topu düşer kahrolurum...
Dizelerin peşinden giderim o zaman:
Ey, bizi kırbaçlayan kara kanatlı savaş! Ey, aşklarımızı kör eden kara örtülü yaratıklar! Ey, zaman zaman karşımıza çıkan sahte özgürlük kahramanları!..

***

Homeros’un “Işık Sahili”nde güneşin alev topuna dönüşünü ve batışını görüyorum...
Hep o ses kulaklarımda:
Seni çok özledim çok!
Yine soruyorum kendime:
Acının bütün tarihi nedir söyler misin? Neden öldürdünüz evine ekmek götüren polisi, askeri ey kan içiciler? Niye harabeye çevirdiniz o kentleri, o çocukları zalimler? Niçin yaptınız önce Suruç, ardından Ankara, İstanbul katliamlarını kan gölünden beslenen teröristler? Neden o ırkçı yazıları yazdınız evlerin duvarlarına özel harekâtçılar?
Yosun tutmuş bir pencerenin pervazına bakarken aşınmış taş gibi suskunduk...
Gökyüzü suskun, kuşlar suskun, ağaçlar suskun, ırmaklar suskun.
Hiç konuşmuyordu yıldızlar avuçlarımıza aldığımızda.
Yaprakların arkasında aşklar, yaşanmışlıklar, ölümler...
Hiç ama hiç konuşmuyorduk, korkuyorduk.
Şairin dizelerini okumakla yetindim ben de:
Çünkü Guernica’nın adamları konuşmaz
Almeria’nın çocukları sessizdir
Badajoz’un kadınları dilsiz
Dilsizdir onlar, sesleri çıkmaz, sesleri çıkmaz
Boğazlarını tıkamıştır oranın kumu
Konuşmazlar, konuşmayacaklar da ve çocuklar
Almeria’nın çocukları usludur.
Kıpırdamazlar, kıpırdamayacaklar da
Vücutları kırık, kemikleri kırık, ağızları
Çünkü ölüdür onlar, dilsizdir hepsi.

***

Büyük acılar çekerek geldik bugünlere... Çocuksu düşler kurduk lacivert gecelerde...
Hayatımızı çaldılar bizim, sizin, hepimizin!
İşkenceleri de gördük, zindanları da...
Yanılgılarımız oldu uzun bir süreçte...
Teslim olmadık siyasi vesayete.
Aldatıldık, ihanete uğradık, umudumuzu kırmadık buna karşın.
Köle, kul olmadık, biat etmedik...
Sevdik, sevildik, sevmeyenler oldu...
Ağladık ama kimseye göstermeden.
Bazı günler Paul Eluard’ın dizeleriyle avunduk:
Hani insanı yaşatan kelimeler vardır, hani yunmuş arınmış sözler... Sıcaklık diyelim, güven diyelim, mesela aşk, adalet, özgürlük kelimesi; çocuk kelimesi, insanlık kelimesi gibi...
Ve bazı çiçeklerin, ülkelerin adı, mesela yiğitlik, kardeşlik, arkadaşlık, çalışma kelimesi gibi, sonra bazı kadınların, çocukların, dostların adları gibi...”
Biliyor musun ben de seni çok özledim çok! Sen de benim umudumsun sevgili!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları