Çiğdem Toker

Dayanışmayı tutuklamak

22 Haziran 2016 Çarşamba

Prof. Şebnem Korur Fincancı, sadece hekimlerin değil, hak ihlallerini kendine dert eden herkesin ortak vicdanına dönüşmüş bir isim. Adli Tıp uzmanı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı. İşkenceye ve rehabilitasyonuna adanmış bir ömür onunki.
En son Cizre’de yakılan bodrumlara gittiğinde, “bir çocuğa ait çene kemiği bulduğunu” açıkladı. Ki o cümle, bir ülkenin, bir döneminin tarihini yazacak güçtedir.
90’larla mukayeseye bir anlam yükleniyor hanidir, biliyorsunuz. Fincancı, ta o yıllardan bu yana fasılalarla devlet aygıtının gadrine uğramakta.
Erol Önderoğlu, mesaisinin önemli kısmını Çağlayan Adliyesi’nde geçirir. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Türkiye temsilcisi meslektaşımız, ayrım yapmaz.
Konusu ne olursa olsun gazetecilerin yargılandığı her duruşmaya koşturur, not alır. İfade özgürlüğü savaşçısıdır.

***

Fincancı, Önderoğlu ve Ahmet Nesin tutuklandı. Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak için başlatılan “Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği”ne bir günlük katılımları nedeniyle “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla cezaevine gönderildiler.
Bize buradan bir gün olduğu için “sembolik” gelen bu nöbetin sembolik olmadığını, halkın haber alma hakkını ısrarla savunmaları nedeniyle “seçildikleri” bir izlenim olarak paylaşıldı.
Fakat yine de suçlamayla bağlantılı olarak gazetelerin görsel ve içeriklerinden sorumlu tutulmaları ile gerekçeyi ayrı ayrı değerlendirmek zorunlu.
Tutuklama kararının gerekçelerinden biri, “kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı” olarak belirtilmiş. Yani hâkimlik bir yandan da Prof. Fincancı, Önderoğlu ve Nesin’in kaçabileceğini düşünüyor.
Hürriyeti kısıtlayıcı bir “tedbir” uygulanacak kadar korkunç bir suç işledikleri düşünülüyor.
Ömürlerini bu ülkenin dertlerine adamış, yaşam çizgileri apaçık belli insanlar için sunulan bu gerekçe ne kadar inandırıcı olabilir. Daha doğru olan soru ise inandırıcılık gibi bir kaygının olup olmadığıdır.

***

Çünkü cezalandırılan, tek tek isimlerin ağırlığı ile birlikte dayanışmanın kendisidir.
Otoriter hiçbir rejimin sevmediği, varlığına tehdit olarak gördüğü dayanışma.
Eduardo Galeano’nun işkencenin, gözaltında kayıpların bir başka acı vatanı olan Uruguay’dan sarsıcı bir biçimde yaptığı tanıma bakın: “Hayırseverlik dikeydir; yukarıdan aşağıya iner. Dayanışma yataydır, ötekine saygı duyar.
Çağına damga vuran gazeteci/edebiyatçı Eduardo Galeano’nun bu sarsıcı tanımı, etkileyici bir rejim analizi sunuyor. Yukarıdan aşağıya lütfedilen iyiliğe hayır diyor Galeano. Nasıl kazanıldığı malum bol paralarla icra edilen iyilik lütfunu, başka bir ifadeyle hayırseverliği reddediyor. Reddediyor çünkü sömürüyle ulaşılmış zenginliğin, vicdan aklamasına itirazı var.
Tıpkı Rıza Sarraf’ın hayırseverliğinin ne anlama geldiğini, o ABD’de yargılanmaya başlamadan çok önce bilen ve hayırseverliğin örttüğü suçlar yerine dayanışmayı önemseyen bizler gibi.
Tutuklanan dayanışmadır. Çünkü dayanışma yan yana gelir. Hayırsevere, yukarıya doğru uzatılacak bir el yerine, ayağa kalkıp yürümeyi önerir.
Dayanışmanın tutuklanması, bize Taksim’in neden kapatıldığını da gayet iyi anlatmaktadır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları