Gözlerim bir yerden aşina o Prens'e

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Bodrum kıyılarında sere serpe lüks tatil görüntüleriyle gazete kapaklarına düşen Suudi prens örneğindeki riyakâr Müslümanlığa biz bu topraklarda epey bir süre pek tesadüf etmedik.

Evet, din konusunda belli hassasiyetlere, hatta takıntılara sahip bir resmî-irade vardı ve bu, bir sorun olarak tartışma konusuydu. Ama dini yaşamak, deneyimlemek, hayata geçirmek açısından bazılarının abarttığı kadar olumsuz bir tablo yoktu ortalıkta.

Öte yandan “seküler” bir zeminde her şey meydandaydı. İçkisini içen de, âlemlere akan da, yasak ilişki yaşayan da ayan beyan ortadaydı, orucunu tutan, camisine koşan, namazını kılan da.

Kimisi içki de içse Cuma’lara gidip “manevi-aşk” şarabını da tadıyor; kimisi âlemlere aksa da Ramazan’da tövbe edip orucunu tutuyor; kimisi oruç tutmasa da en azından Ramazan’da içkiyi kesiyordu.

Laik Türkiye’de orta yerdeki bu görüntü, ekserisi Arap olan, Suudilerin merkez-üssü olduğu Selefi-meşrep Müslümanlığı rahatsız ediyordu en çok. Ama işte din adına bizim içimiz-dışımız da onlara göre, nispeten birdi.

Ve biz, dün gazete sayfalarında karşımıza çıkan tarzda, âleme din ve takva talkını verip kendisi “masiva” ve sefa salkımı yutan Arap prenslerin riyakâr Müslümanlığına o kadar aşina değildik.

***

Benim ilk aşinalığım, Londra’da Ortadoğu toplumları ve kültürleri üzerine lisans-üstü çalışma yaparken elime geçen bir kitap dolayımıyla oldu. Çağdaş Arap dünyası üzerine çığır açıcı eserler kaleme almış (doktora tez jürimde olmasından da büyük onur duyduğum) Prof. Michael Gilsenan’ın “İslâm’ı Tanımak/Fark Etmek” (“Recognizing Islam-An Anthropologist’s Introduction”, 1982) başlıklı, hâlâ eskitemediğim güzel kitabının giriş bölümünde yazdıklarını okuduğumda...

Gilsenan’ın ilk cümlesi şudur orada: “Benim İslâm’ı tecrübe edişim, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını şaşırtıcı ve rahatsız edici şekilde fark etmemle başladı.”

Sonrasında yazdıkları da gerçekten çarpıcıdır: 19 yaşında gencecik bir gönüllü öğretmen olarak Yemen-Hadramut’ta bir kasabadadır. Peygamber soyundan “şerif” ailelerinin mensubu olduğu bir kabilenin hâkimiyeti söz konusudur kasabada.

Sokakta bir arkadaşı ile yürürlerken bu “şerif” ailelerinden iki gençle karşılaşırlar. Kafalarında kocaman yeşil sarık, üzerlerinde krem rengi uzun cübbe, suratlarında çember sakal olan gençler, Gilsenan ve arkadaşını evlerine davet eder.

Onlarla yürürken Gilsenan, kendisini yüzyılların dinî geleneğiyle sarmalanmış, kutsiyetle halelenmiş efsunlu bir dünyada sanır. Yolda karşılarına çıkan, kendisinin de öğrencisi olan bir çocuk, saygıyla genç “şerif”lerin elini öper. İslâm ve Arap toplumu üzerine antropoloğumuzun hayalinde ne varsa adeta hayata geçmekte gibidir.

Sonra “şerif”lerin malikânesine gelir, içeri girerler, kapı arkalarından kapanır.

Ve büyü bozulur! Işıklar yakılır, Grundig teyp Batı-pop müziği çalmaya başlar, kafadaki sarıklar sağa-sola fırlatılır.

İçki dolabı açılıp ülkede sıkı sıkıya yasaklı viski ortaya çıkarılır.

Artık din üzerine tek söz ya da işaret yoktur. “Şerif”lerimiz, ülkelerindeki hayatın sıkıcılığından, yerli halkın cehaletinden, içkinin de ne kadar pahalı olduğundan dem vurmaya başlarlar.

***

Gilsenan’ın bu büyü-bozumu”nu okuduğumdan beri ben bu “prensli-şerifli” Müslümanlığa “şerbetli”yim.

Ama eminim bu memlekette hiç kimse de böyle bir görüntüyü çok yadırgamıyor. Çünkü AKP’nin dinbaz “Yeni-Türkiye”sinde de artık herkesin buna “içeriden” aşinalığı var.

Dini her türlü kepazeliğe örtü yapmış bir güruh, bu iktidarın terkisinde değil mi hanidir?

Bakara’dan ayetleri orta yerde sayıp döküp kapalı-kapılar ardında onu “makara”ya alanlar, bu iktidarın tepe noktalarında yer almadı mı?

Erdoğan’ın içki satışlarına kısıtlama getirilirken sarf ettiği “İçeceksen evinde iç” sözü bile!..

Dikkatle okuyunca ne demekti o? “Yeter ki ‘görüntü’yü bozma da biz din adına zevahiri kurtaralım”, değil mi?!

Bugün cumhurbaşkanına başdanışmanlık yapan zevat içinde...

Gazetelerde-ekranlarda ona kaldıraç olup başkalarına karşı tetikçiliğe soyunanlar içinde...

Hatta bakan koltuğunda oturanlar arasında...

Votkadan, viskiden açıkta sakınıp, onların gizli-saklı dibine vuranlar yok mu?..

Suudi prenslerin görüntüsüne taş çıkartacak “Müslüman” bakan, başbakan çocuklarımız yok mu?..

Var...

O yüzden “zahiren” dayattıkları dindarlık, samimiyetsiz ve riyakâr, yani iki yüzlüdür.

Yine o yüzden buna dindarlık demiyoruz, dinbazlık diyoruz.

Ve sayelerinde Suudi prenslerin gazetelerde faş olan “Müslümanlık” hallerine de şaşıp kalmıyoruz.

Sağ olsunlar!..

 

Ülkesinde kadınların gözünü bile göstermeyen Suudi Prens, Bodrum'da manken kızlarla tatilde



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları