Meriç Velidedeoğlu

Erasmus

15 Temmuz 2016 Cuma

“16. yy”ın düşünürlerinden olan Rotterdam’lı “Desiderus Erasmus” ünlü yapıtı “Deliliğe Övgü”yü, şu sıralarda “TV” izlerken hep anıyorum, özellikle de devletin, yönetimin başındakileri ekranda gördükçe.
“İnsanın her yaptığından memnun olmasından, daha ‘delice’ bir şey olur mu?” diye soran “Erasmus Usta”, dirilip de şu son günlerde yaşadıklarımızı izleseydi ne derdi acaba?
Hele partilerin salı günleri yapılan, “TV”den de canlı yayınla verilen grup toplantılarında, partisi “AKP”ninkinde, Başbakan’ın, “her yaptığından olağanüstü bir memnunluk duyan” konuşmalarını “Erasmus Usta” duysa ne söylerdi?
“Ben yalnızca ‘deliliğe övgü’ yazdım, ‘aşırısına’ yazmadım!” der miydi acaba?
Ayrıca, Varşova’da yapılan “NATO” toplantısına katılan “Cumhurbaşkanı”nın, bir ara görüştüğü “Merkel”in elini sıkarken verdiği görüntüyü izlediniz mi? Eli, “Merkel”de, ama ona hiç bakmadan, “dünyayı ben yarattım” diyenlerin aynadan kendilerini izler gibi olan duruşunu, bakışını “TV” görünce, bu kez Erasmus’u, can dostu ünlü ressam “Hans Holbein” ile birlikte anımsadım.
Çünkü Holbein, “Deliliğe Övgü”yü desenleriyle bezemiş; dostunun düşüncelerini, görüşlerini çizdiği desenler yoluyla sunmuş okuyuculara. Özellikle de kendisini ciddi ciddi dünya lideri sanıp, durmadan konuşup, kabara kabara dolaşarak ülkelerinin tepesine oturmuş kimi “kof” yöneticileri de, “kendinden geçmişcesine elindeki aynadan kendini seyreden bir adamı” çizerek anlatmış...
Değerli dostlar, “Deliliğe Övgü”yü anımsayıp sizlerle paylaşmamın bir nedeni de, geçen hafta sonunda, “Kumpas Davaları”ndan biri olan “İzmir Askeri Casusluk Davası”nın dayanağını oluşturan “kumpas”ı (sahte delilleri) ürettikleri belirtilen, “TSK”de görevli ikisi amiral “altı” subaya verilen gözaltı kararı oldu.
Bu “Kumpas Davaları”nın ilki “Ergenekon Davası”ydı; bu davayı “Silivri Çadır Mahkemesi”nde izlerken, “iddianame”nin delilleriyle birlikte öyle “beş-on bin” değil, “yüz binler”e ulaşan sayfadan oluştuğunu bildiren söylemlerin doğru olduğunu büyük bir şaşkınlıkla gördük.
Öyle günlerce değil, aylarca süren bir “okuma” sürecine girilmişti; iddianame okundukça azalmıyor, tersine çoğalıyordu; gerçekten de öyleydi; çünkü iddianamenin “ucu açıktı”; durmadan yeni deliller ortaya çıkıyor, bunlar da iddianameye ekleniyordu... Belki “binlerce” duruşma... Bir yaşam boyu sürecek bir “dava”...
“Erasmus”un, “Deliliğe Övgü”de ortaya koyduğu gibi, biz de aklımımızı mı yitirmiştik? Ne oluyordu? Peki, “devlet”, “hükümet”... Neredelerdi? Oysa aklını ilk yitirenler bunlardı... Öyle görünüyordu; anımsanacağı gibi, Ergenekon’u başlatan dönemin Başbakanı “R.T. Erdoğan”dı; “Ben bu davanın savcısıyım!” haykırışıyla oluşturmuştu bu davayı; ardından “Balyoz”, “Poyrazköy”, “Komutanlara Suikast”, “Askeri Casusluk”, “Odatv” ve ötekiler birbirini izlemişti...
Ergenekon’da üniversite hocaları, rektörler, askerler, hukukçular, parti başkanı, doktorlar, yazarlar, gazeteciler, basımevi sahipleri, “TV” yöneticileri, üniversite öğrencileriyle birlikte, “R.T. Erdoğan” tarafından “AYYAŞ” olarak adlandırılan; “TC Devleti”nin kurucusu “Atatürk” de yer alıyordu yapıtı “Söylev” (Nutuk) üzerinden...
Basılan evlerde, bürolarda “Emniyet” görevlilerince -çoğunlukla polislerce- yapılan aramalarda bulunan -belki de bulunmayan- onca “Söylev”, şüpheli deliller arasında yer alırdı sık sık...
Ergenekon’un iddianamesinde, “cep telefonu kullanmama”nın “suç” sayılması, “akıl tutulması”nın bir örneği olabilirdi ama, “Atatürk”ün “suçlu” gibi algılanmasını sağlamanın anlamı, kuşkusuz “akıl yitirmesi” olamazdı, bu açıkça “bilinçli” bir tutumdu; bunun ayrımına varılması, iddianamede yer alan, “akıl yitimi” olarak algılanan tüm “suçlamalar”ın da “bilinç”le düzenlendiğini, vaktinden önce açığa çıkarıp, ortaya dökebilirdi...
Nitekim kısa bir süre sonra, baskınları düzenleyen “Emniyet”çe, aramalarda “Söylev” bulunmasına son verildi...
İktidar, dolaysiyle “R.T. Erdoğan”, bunları, olacakları adım adım, saniye saniye biliyorlardı... Engel olarak gördükleri tüm kurumların ve kişilerin elenmesinin kendileri dışında yapılmasını öylece “keyifle” izliyorlardı.
Bu tutumları bir gün açığa çıkınca da ne diyeceklerini, ne yapacaklarını da biliyorlardı... Ayrıca bütün bu olup-bitenlerin hesabının sorulmayacağını, sorulamayacağını da...
Ne dersiniz?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları