Aydın Engin

Porselen dükkânına fil girerse…

01 Ağustos 2016 Pazartesi

Dün sabah OHAL’in üçüncü kanun hükmünde kararnamesi yayımlandı. 91 sayfalık, oku Allah oku bitmez bir metin.
Ayrıntısını elinizde tuttuğunuz Cumhuriyet’te okursunuz. Ben size kararnamenin 36. maddesinin ikinci bendini aktaracağım.
Okuyun, korkun, ürkün, “Peki, ama anayasa, hukuk devleti n’oluyoooo” gibi anlamsız sorular sorun, oturun bir bardağa üç parmak konyak (votka da olur) koyup bir dikişte için…
Yani ne yapacaksanız yapın. Ama önce okuyun.
Aynen aktarıyorum:
Cumhurbaşkanı, başbakan gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ve bağlılarından doğrudan bilgi alabilir ve bunlara doğrudan emir verebilir. Verilen emir herhangi bir makamdan onay alınmaksızın derhal yerine getirilir”.
Bu kadar!
Haydi, hep birlikte gözümüzün önüne getirelim.
Cumhurbaşkanı ya da başbakan kuvvet komutanlarının “bağlıları”ndan bölük komutanı bir üsteğmeni arıyorlar ve bir “emir” veriyorlar. Üsteğmen bu emri kimsenin onayına başvurmadan ve derhal uygulamak zorunda…
Askerlik yapanlar henüz yapmayan gençlere ya da kadın arkadaşlarına bu “kargaşayı” anlatmayı, açıklamayı bir denesinler…

***

Oldum bittim, ordunun devletin bir kurumu olduğunu; başına buyruk bir yapılanması olamayacağını, siyasal iktidarın somutlandığı, halkoyuyla seçilenlerin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve onun içinden çıkan ve onun denetiminde olan hükümete bağlı olduklarını vurgulamaya çalıştık.
İlkesel olarak Karayolları Genel Müdürü ile Genelkurmay Başkanı; (mesela) İnegöl Nüfus Müdürü ile bir zırhlı tugayda görevli bir binbaşı arasında bir fark yoktur. İkisi de devlet memurudur. Sadece görevleri farklıdır…
Gelişmiş demokrasilerde bu konuda herhangi bir tartışma yoktur. Türkiye’nin resmen dört darbe, birkaç başarısız darbe görmüş demokrasisinde ise bu öyle değildi ve halen de tam olarak “öyle” değil.
(Şimdi bir parantez açmanın tam yeridir.
12 Eylül darbesinden sonra Federal Almanya’da 12 yıl siyasal göçmen olarak yaşadım. 12 yıl boyunca Almanya’nın Genelkurmay Başkanı’nın adını öğrenemedim. Gazetelerde rastlamadım; tanıştığım gazeteci arkadaşlara sordum, bilen çıkmadı.
Ecevit’in başbakan olduğu bir dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı bir geziye gazeteci olarak katıldım. Kremlin Sarayı’nda verilen bir resepsiyonda ortalıkta dolaşan, bol yıldızlı, bol sırmalı, bol madalyalı bir subayın kim olduğunu hem Rus gazetecilere, hem Türkiye Büyükelçiliği çalışanlarına sorduk. Yine bilen çıkmadı. Bir Rus gazeteci herhalde ayıp olmasın hesabıyla “Ha, o mu? O Brejnev’in yaveri” diye bir kıtır attı. Toplantının sonuna doğru öğrendik. Adam koskoca Sovyetler Birliği’nin koskoca Genelkurmay Başkanı idi.
İki minik anı derdimi kestirmeden anlattı. Parantezi kapatabilirim).
Ordu - devlet” ilişkisini yüksek demokrasi standartlarına uygun hale getirmek elbette desteklenmelidir.
Ama “Bir daha darbe olmasın” iddiasıyla ordu üstüne bir dizi yeni düzenlemeler yapan AKP iktidarının (Siz “Tayyip Erdoğan iktidarının” diye anladınız ve doğru yaptınız) bir örneğini yukarıda aktardığım uygulamalarının sağlıklı bir “Ordu- devlet, ordu-Meclis, ordu- hükümet” ilişkisine hizmet edeceğini uman, düşünen var mı?
Yoksa “Porselen dükkânına giren fil” fıkrasını mı hatırlasak…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları


En Çok Okunan Haberler