Meriç Velidedeoğlu

‘İmam’dan ‘İmam’a!

05 Ağustos 2016 Cuma

Bu haftaki yazıda şöyle biraz gerilere gidelim diyorum, öyle çok uzaklara değil, iç ve dış basının “Erdoğan”ı öve öve, yeregöğe sığdıramadığı, buna karşılık “TSK”yı yerden yere vurduğu döneme.
Bilmem anımsanır mı, yine de dış basında tektük de olsa bu “yalakalık” dışına çıkanlar vardı, işte onlardan biri olan “Adrian Zielcke” şöyle diyordu:
Erdoğan, ülkesinin AB’ye giriş beklentisinden yararlanarak, “ordu”yu “tasfiye” etmeyi deneyen bir popülisti andırıyor. Çünkü ordu kendini, “laik anayasanın koruyucusu” kabul ediyor. Eğer, Erdoğan günün birinde “ordu ile yargı”yı sindirmeyi başarırsa, Avrupa’ya giden yolda yürümekten vazgeçecektir. (Stuttgardner Zeitung, 2006)
“2007” seçiminden sonra da bu dış basın, “AKP” iktidarına gülmece boyutuna varan hayranlık kuyruğuna girdiğinde, “TSK”yı öven bir makale yayımlanmıştı. “New Perspectives Quarterly” adlı dergide; eski “Hollanda Milletvekili A. Kirşi Ali”nin, Türkiye’deki “laik yönetim”le ilgili makalesi, nedense basınımızda hiç mi hiç ilgi uyandırmadı “Cumhuriyet” dışında.
Yazar yaptığı iki saptamadan ilkini, “Bir ‘İslam’ ülkesi olan Türkiye’ye, ‘laik düzen’in getirilmesi, Batı’nın Hıristiyan ülkelerine örneğin, bir Almanya’ya, bir Fransa’ya laik düzenin getirilmesine benzemez” diye belirtip ardından, “Ordu eşsiz bir biçimde, Türkiye’nin laik karakterinin bekçiliğini yapma görevine sahiptir!” diye ekler. (Eylül 2007)
Gerçekten, “Kurtuluş Savaşı”nı kazanan “ordu”nun, kurduğu “laik Cumhuriyet Yönetimi”nin korumasını da üstlendiğini vurgulaması kuşkusuz yerinde; çünkü bilindiği gibi “Cumhuriyet”in ve başta “laiklik” olmak üzere tüm “Devrim Yasaları”nı korumak, kollamak, “Cumhuriyet Ordusu”nun görevlerinin başında yer almaktaydı...
Evet, yine “2007” yılına dönersek, artan terörle, “PKK terörü”yle canı karşılığında savaşım veren “TSK”ya dönük saldırıların, yüklenişlerin, iç basında da “Mütareke Basını”na rahmet okutacak bir boyuta geldiği görülecektir.
O günleri unutmamışızdır herhalde; orta yerde yalnız bırakılmış gibi bir duruma düşen “TSK”, halktan kendisine “destek” vermesini de içeren, “7 maddelik” bir bildiri yayımlar; son yedinci maddesinde, “beklentisinin, bu terör olaylarına karşı yüce Türk Milleti’nin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir!” diye belirtir. (8.6.2007)
Ne var ki, hemen hemen hiç gündeme oturmadı, oturtulmadı “TSK”nın bir bakıma bu “imdat” çağrısı...
Ve “22 Temmuz” seçimlerinden sonra “AKP” yine iktidardadır; basında “TSK”ya yapılan saldırılar hiçbir ülkede görülmemiş boyutlara tırmanır; işte bunların toplamından oluşmuş bir yazıdan kısa bir alıntı:
“İşkenceci, iftiracı, asker bu milleti ne zaman sevecek, inkârcı, gerçeği örtbas etmeye kalkıyor, Genelkurmay’a inanmıyoruz, dolaplar çeviriyor, kirli, ihanet planları yapıyor, cunta, ordu kaçıyor, suçlu, asker sayısı azaltılsın, Harbiye müfredatı değiştirilsin, bunlar orada oturduğu sürece rahat uyuyamayız, bunlara silah emanet edilir mi, sahtekâr, yanlarına kalmamalı, temizlenmeli, ayıklanmalı, pespaye, mafyatik, kepaze, çetelere sahip çıkıyor ve bir ‘suç teşkilatı’...” burada keselim.
Kesmesine keselim de, insan kendini tutamıyor; “TSK” için bu yazılanları, o dönemin Başbakanı Erdoğan okurken, kim bilir kaç kez: “İnsan biraz sıkılır ya! Ordumuza, bunları söylemek sizin haddinize mi?” diye sormaktan, “kendini alamamıştır herhalde” demek istiyor... Hiç duymadık da...
Oysa bütün bu saldırılar, “TSK”nın “hedef” tahtasına oturtulması, bir plan gereğiydi; AKP iktidarının bütün bunlardan haberi olduğu apaçık sergilenecekti; “TSK”nın henüz daha var olan “Atatürk’ün Ordusu” ruhunu yok etmek için düzenlenen “Kumpas Davaları”nın ilki olan “Ergenekon”un henüz adı bile söylenmeden, daha doğrusu davanın iddianamesi bile tamamlanmadan, “Başbakan Erdoğan” ortaya çıkıp, “Ben bu davanın savcısıyım!” diye haykıracaktı (15.7.2008). Ve ilk duruşmaya henüz aylar vardı... Yani, “İnsan biraz sıkılır ya!” diye düşünmekten kendini alamıyor doğrusu.
Gerçekler bir bir ortaya dökülünce de, bilindiği gibi, “Kandırıldık!” itirafını yapmıştı; insanın, herhalde “sıkılarak” diyesi geliyor ama, yıllar sonra bugün de, hunharca yapılan “15 Temmuz” kalkışması için de benzerini dile getirmeye başladı; demek yine mi “kandırıldık”?
İnsan, “Küçükler bile bu denli sık aldanmaz, aldatılamaz!” diye düşünüyor; yaşadıklarımızı gelecek kuşaklar nasıl değerlendirecek acaba?
Bu “İmamlar Savaşı”nı...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları