Gel de anlat!

13 Ağustos 2016 Cumartesi

TBMM Dışişleri Komisyonu’nun CHP’li üyesi Eren Erdem, Avrupa’daki ziyaretleri sırasında, kimsenin kendilerine “geçmiş olsun!” demek gereği duymadığını, Fransa’da çeşitli çevrelerle yaptıkları temaslarda, muhataplarının darbe girişiminin bir tiyatro olduğuna inandıkları izlenimi edindiklerini söylüyor.
Durum Fransa ile sınırlı değil. Avusturya’nın uç sağcı Özgürlük Partisi lideri Heinz Christan Strache, 15 Temmuz darbe girişimini Hitler’in Reichstag yangını komplosuna benzetmekten çekinmemiştir. Biliyorsunuz, kimin yaptığı gerçekte hiçbir zaman ortaya çıkmayan 1933 Reichstag yangınından sonra, Hitler için olağanüstü yetkilere sahip olma yolu açılmış ve Nazilerin iktidarın tüm dizginlerini ellerine geçirmeleri mümkün olmuştu.
Batı dünyasının genel tavrı 15 Temmuz girişimini kuşkuyla karşılamak olmuştur.
Batı’nın bu tavrı, Balyoz komplosunun foyasını ortaya çıkaran, Tayyip Erdoğan iktidarı hakkında olumsuz düşünceleri olan bilim adamı Dani Rodrick’i bile zaman zaman isyan ettirecek boyuta varıyor.
Tayyip Bey’e muhalif yaklaşanların da eleştirdikleri bu kuşkucu tavrı katılmasak bile anlamak mümkündür.

***

Kuşkucu tavrın ilk nedeni Tayyip Bey’in, dolayısıyla Türkiye’nin demokrasi alanındaki imaj erozyonudur.
Gerçekten de Tayyip Bey’in kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, özgür basın ve de bütün temel hak ve özgürlükleri hiçe sayarak, tüm yetkileri kendinde toplama yolundaki ısrarlı ve de maalesef başarılı çabaları sonucu Türkiye, demokrasi değil de dikta altında yaşayan bir ülke görünümündedir.
Böyle bir ortama “müktesebatı” böyle olan bir iktidarın, OHAL’in verdiği, demokrasiye ara verilmesi anlamını taşıyan yetkileri kullanmasını, demokrasiye bağlı olanların kuşkuyla karşılamalarını yadırgamamak, onlara bir ölçüde hak vermek gerekir.
Muhalefetin desteği, büyük Yenikapı mitingindeki katılımın büyüklüğü de, öyle görünüyor ki kuşkuları gidermeye yetmiyor.
Oysa Türkiye’de iktidara sahip olanların ileri sürdükleri kimi savlar da yabana atılır cinsten değildir.
Bütün demokrasilerin, kendisini tehditlere karşı koruma hakları vardır ve her sistem bu gibi durumlarda başvurabilecekleri korunma mekanizmalarıyla yönetilmişlerdir.
Görülüyor ki, bu karışıklıkta, ortaya “sen de haklısın, sen de” gibi Nasrettin Hoca’vari, bir durum çıkmaktadır.

***

Bu durumda derdini elin keferesine kolaysa gel de anlat!
Peki, öyleyse ne yapmak, hangi ölçütleri öne çıkarmak gerekir?
Burada belirleyici ölçüt, “orantılılık” olmalıdır.
Yani tehdidin giderilmesine yönelik önlemler, yalnız tehdidin kendisine yönelik olarak, tehdidin şümulü ile sınırlandırılmalı, onunla orantılı olmalı, süresi de her halükârda çok uzun olmamalıdır.
Önlemlerin nesnel ölçütlerden sapması, kişiye özgü uygulamalara başvurulması, bu konudaki inandırıcılığı tümüyle ortadan kaldıracaktır. Aynı meslekte, aynı veya benzeri ihlalleri yapmış olmalarına karşın birden çok kişiye, adamına göre ayrı ayrı davranılması, haklı olarak kuşku çekmektedir.
Örneğin yargı mensubu A’yı, yargıyı paralelin çıkarları doğrultusunda kullandığı ikrarıyla sabit olduğu halde serbest bırakırken, aynı meslek mensubu bir başkasını tutuklamak, hem olağanüstü önlemlerin orantılı olduğu konusunda, hem de iktidarın önlemlerdeki içtenliği hususunda ciddi kuşkular uyandırır. Örnekleri somutlaştırmak mümkün, ama bir cadı avı döneminde böylesi bir davranış sakıncalı olacaktır.
Ayrıca göz önünde bulundurulması gerekenin, asıl sorulacak sorunun “Bunu neden bıraktın?” değil, “Buna neden dokundun ?” olduğunu unutmamak gerekir.
Çünkü demokrasilerde, asıl olan dokunulmazlıktır.
Kısacası, darbenin tiyatro olup olmadığı artık önemini yitirmiştir. Şimdi önemli olan, iktidarın o darbeyi nasıl kullanacağı ve ne yapacağıdır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları