Ya ÖSO, fasa fiso ise?

02 Eylül 2016 Cuma

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, geçtiğimiz günlerde Daily Sabah’ta kaleme aldığı yazıda Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yeterli destek görmesi halinde “DAEŞ’le de, Esed’le de” mücadele edebileceği iddiasında bulundu.
Ayrıca ÖSO’nun Cerablus’a girmesiyle birlikte de YPG’nin “DAEŞ”le savaşabilen tek unsur olma “efsanesi”nin sona erdiğini kaydetti.
O halde bir başka “efsane” ikame etmekle meşgulüz!.. Böyle olunca bir ÖSO komutanı da vermiş coşkuyu ve “Türkiyedestekli” muhaliflerin Cerablus’tan sonra şimdi yeni hedefinin Menbiç, sonrasında El Bab ve Mare olduğunu söylemiş.
Tabii bütün bu ifadelerin satır araları, IŞİD’i sınırdan uzaklaştırdı diye parlatılan ÖSO’nun aslında Türkiye olmadan bir hiç olduğunu da gayet güzel açık ediyor. Kalın’ın yazısından daha detaylı aktaralım:
“Fırat Kalkanı Harekâtı, ılımlı Suriye muhalefetinin yeterli desteği görmesi halinde hem DAEŞ hem de Esed rejimi ile savaşabileceğini ve Suriye’yi terörden temizleyebileceğini gösteriyor.”
Harekâtın gösterdiği bu mu? Ortada ne IŞİD ne de Esad bırakacak yetkinlikte bir “terör-terminatörü” olarak ÖSO’nun adını tarihe altın harflerle yazdırabileceği mi?..
Yoksa onun, “Fırat Kalkanı” ile Suriye cehennemine kara gücü ile dalıp, hem IŞİD hem YPG ile savaşan Türkiye için bir tür “koçbaşı” olduğu mu?..
Peki, Türkiye için her ne olursa olsun da ondan ötede ne ÖSO?.. Özellikle onu önüne sürdüğümüz IŞİD için ne?
Bu “kritik” soruya hanidir bu köşede aşina olduğumuz bir kaynağa tekrar başvurarak ışık tutmaya çalışalım! IŞİD’in dünyasına giren tek Batılı gazeteci Jürgen Todenhöfer’in “Terörün Kalbine Yolculuğum” başlıklı, elden bırakılmaz kitabının sayfaları arasına bir kez daha dalarak… (Bu kitabın hiç vakit kaybetmeden derhal Türkçe çevirisi yapılarak basılması lâzım.)
Todenhöfer, kendisini IŞİD kontrolündeki Rakka ve Musul’a davet eden Alman- kökenli önde gelen IŞİD elemanı Abu Qatadah’a ÖSO üzerine sorular da sormuş (Eylül 2014’te). Aldığı cevaplar, hiç göz ardı edilecek gibi değil. Kaydedelim:
“ÖSO, Obama’nın da dediği gibi, fırıncı, kasap ve çiftçilerden oluşan ve savaş hakkında hiç mi hiç fikri olmayan toplama bir grup. En iyi silahları ellerine veriyorsunuz, onları nasıl ellerinde tutacaklarını bilmiyorlar. Pek çoğu savaştan hiç anlamıyor. Yozluk ve yolsuzlukları had safhada... İhtiyaç duyduğumuz pek çok mühimmatı onlardan satın alıyoruz. Bu nasıl olur, diye sorabilirsin. İşte mesele bu. Onlar [ÖSO elemanları] kendi ceplerini doldurma derdinde. Batılı siyasetçi ve hükümetler de onlara bunu nasıl yapacaklarını gösterme hususunda büyük iş başardı. (...) ÖSO, Fransa ve diğer birkaç devlet tarafından teçhizatlandırıldı; Amerikalılar ve ona benzer ülkeler tarafından... Ocak’ta onlarla savaşmaya başladık. Şimdi ellerinde bulunan topraklara ve bir de bizim elimizdekilere baktığında ne kadar feci bir savaş verdiklerini görebilirsin. Çok toprak kaybettiler. Şehir merkezlerinden çekildiler, Humus’a ‘bay bay’ dediler” (J. Todenhöfer, “Ten Days in the Islamic State: My Journey into the Heart of Terror”, 2016, s. 90-91).
Todenhöfer, “O halde ÖSO size askeri tehdit oluşturmuyor, öyle mi” diye tekrar sorduğunda da Abu Qatadah’ın nihai cevabı şöyle:
“Bizler başka topraklardan gelmiş ‘muhacir’leriz. Biz, İslâmi devlet kurmak için şehit olmaya geldik. ÖSO içindeki Suriyeli ise daha hoş ve iyi bir hayata sahip olabilmek için savaşmaya başladı. Onun motivasyonu, bizimkinden tamamen farklı. Amerika’nın ve Batı’nın parası sayesinde hayatı daha konforlu oldu. Eğer bir parça daha yolsuzluğa bulaşıp daha çok paraya silah ve mühimmat pazarlığı yaparsa, daha da iyi bir hayata kavuşabilir. O yüzden neden hayatını tehlikeye atıp [bizim gibi] ölmekten mutluluk duyan insanlarla savaşsın ki?..” (s. 91).
İşte bu da madalyonun öbür yüzü… IŞİD’li militan, bizim adeta bir yeni “efsane” olmaya aday gibi takdim ettiğimiz ÖSO için “kestane” demeye getiriyor.
Hangisi doğru, bakalım, göreceğiz!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları