Özgür Mumcu

Kaçınılmaz gereklilik

17 Eylül 2016 Cumartesi

Tarihçi Margaret Macmillan, günümüzü I. Dünya Savaşı’ndan önceki döneme benzetiyor: Hızlı küreselleşme, yeni icatlar, toplumsal değerlere ilişkin tartışmalar ve gelir adaletsizliğinin yükselmesi. Bunun yanı sıra Rusya’nın 20. yüzyılın başındaki gibi dışlanmış hissetmesi ve gücünü ortaya koymaya hazırlanması.
Özellikle Batı’da aşırı sağın kuvvetlenmesi sebebiyle günümüzü II. Dünya Savaşı öncesine benzetenler de çok.
Ortadoğu’da devam eden savaşı, Avrupa’nın meşhur 30 yıl savaşlarıyla kıyaslamayan neredeyse yok.
Neticede günümüz, tarihteki büyük sorunlara gebe olan dönemlerle benzer özellikler gösteriyor.
Müesses nizam, kurulu düzen, sistem, adına ne derseniz deyin artık dünyanın ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Bu sebeple de düzenin sembol isimleri kuvvet kaybetmekte. Merkel, kendi evinde seçimleri Alman aşırı sağcılarına karşı kaybetti.
Cameron, AB’ye karşı bir şantaj olarak kullandığı Brexit oylamasında kendini ayağından vurdu ve siyaset sahnesinin dışına çıktı.
Fransa’da Sosyalist Parti iktidarı, ekonomik politikalarını protesto eden kitlelere karşı sert tedbirler uyguluyor. Başkanlık seçiminde aşırı sağcı Marine Le Pen’in şansı giderek artmakta.
Zamanında Haider’le aşırı sağa açık olduğunu gösteren Avusturya’da iptal edilen başkanlık seçimlerinin tekrarında aşırı sağın adayı Hofer’in seçilme ihtimali yüksek.
Cumhuriyetçi Parti’den aday bile olamaz denen Trump’ın, Clinton’ı anketlerde şimdiden yakalaması da gidişatın tehlikeli olduğunun işareti.
Macaristan, Polonya çoktan aşırı sağın elinde. Yeni adıyla Çekya’nın sosyal demokrat cumhurbaşkanı bile çoktandır benzer popülist bir yolda.
Buradan nereye gidileceği konusunda da kimsenin pek bir fikri yok. Aksine bir panik hali seziliyor. Mesela Hillary Clinton, geçen hafta Trump seçmenlerinin yarısının acınacak durumda olduğunu söyledi. Haliyle, seçmeni aşağılamak pek işine yaramadı. ABD’li yazar James Traub, Foreign Policy’de yayımlanan ve çok konuşulan makalesinde elitleri cahil kitlelere karşı ayaklanmaya çağırdı.
Yani popülist aşırı sağ, demokrasiyi içi boşaltılmış bir sandık hesabı olarak görürken, “elitler”in ise demokrasiye inancı sarsılıyor. Batı’nın bugün yaşadıkları memleketimizde uzunca bir süredir yaşanan merkez-çevre ve demokrasi tartışmalarını hatırlatmıyor değil. Elbette bunu bizim “çevre” temsilcilerinin, Batı’nın “elitleri”yle son senelere kadar yakın işbirliğini de not düşerek hatırlamalı.
Buradan nereye gidilir? Bu haliyle iyi bir yere olmadığı açık. 80’lerin başından beri neoliberal ekonomik kuralların tartışılmaz objektif hakikatler olarak algılanması, ekonominin teknokratların ilgilenmesi gereken siyaset dışı bir alan olarak düzenlenmesiyle sonuçlandı.
Buna teslim olan solun da elinde sadece kimlik politikaları ve bir kültür savaşı kaldı. Dolayısıyla bu iktisadi kaderciliğe isyan, reaksiyoner ve sağduyusuz aşırı sağa verimli bir hasat sundu.
Belki de var olan iktisadi düzeni temelinden sarsacak siyaset önerileri bir toyluk ya da maceracılık değil kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Diğer ihtimal, nasıl olsa piyasa kendi kendine çözüm bulur diyerek beklemek. Senelerdir yapıldığı gibi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları