Mütevelli değil, özgürlük!

19 Eylül 2016 Pazartesi

Üniversiteler yeni ders yılına çok daha ağırlaşmış sorunlarla başlıyor.
Bitmek bilmeyen yönetim sorunu; barış isteyen bilim insanlarına yapılanlar ve 15 Temmuz sonrasında OHAL ile yaratılan cadı avı ortamı, üniversiteyi gerçek üniversite olmaktan çıkarıyor; üniversite hayatını karartıyor.
Türkiye, üniversitelerinin çok büyük çoğunluğunun kötü yönetimiyle, bilim üretecek beyinlerini yiyor!
Ne deve, ne de kuş!
Bilindiği gibi yürürlükteki düzenlemeye göre üniversite öğretim üyeleri rektör adayları için oy kullanıyor; en çok oy alan altı aday YÖK’e bildiriliyor; YÖK de bunlardan üçünü cumhurbaşkanına iletiyor; cumhurbaşkanı da bunlardan istediğini rektör olarak atıyor.
1990’ların başında uygulamaya konulan bu ilginç buluş, çeyrek yüzyıldır, ne üniversite özerkliği ne de ona bağlı bilimsel özgürlük sağlıyor! Çünkü, çoğu kez en çok oyu alan aday rektör atanmıyor ve atanan da kendisine oy vermeyen öğretim üyelerini var gücüyle eziyor.
Ancak, bu yanlış, düzeltilmiyor.
Geçen haftalarda önerilen bir torba yasa tasarısına göre seçim yapılmayacak, cumhurbaşkanı rektörleri tek seçici olarak atayacaktı. Öneri son anda geri çekilince, seçim mi, yoksa atama mı olduğu belli olmayan eski yöntem yürürlükte kaldı.
Şimdilerde bunun yerine mütevelli heyeti sistemi öneriliyor.

Mütevelli: Bir olumlu, iki olumsuz
Üniversitenin mütevelli tarafından yönetilmesiyle Türkiye, tam 60 yıl önce ODTÜ’nün kurulmasıyla tanıştı. Uygulama, 1980 faşizan YÖK yönetimine dek sürdü.
ODTÜ Mütevelli Heyeti 1960’ların ikinci yarısında Kemal Kurdaş’ı rektör atadı. Kurdaş, öğretim üyesi olmamasına karşın, çok başarılı bir yönetim sergiledi; ülkede yaşanan o görülmedik özgürlük ortamının da katkısıyla özgürlükçü bir bilimsel çalışma ortamı oluşturdu ve bunu kurumlaştırdı; bugünkü güçlü ODTÜ’nün temellerini attı.
Ancak 1970’lerde önce sağcı siyasetçilerin etkili olduğu bir başka Mütevelli Heyeti, 12 Mart 1971 hükümetinin Dünya Bankası’ndan gelen ekonomiden sorumlu bakanının ODTÜ’ye öğretim üyesi olarak alınmasını reddetti! Daha sonra Adalet, Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket partilerince kurulan MC-Milliyetçi Cephe hükümetinin oluşturduğu Mütevelli Heyeti, ODTÜ topluluğunun hemen hiç istemediği bir kişiyi rektör atadı. Rektör, milliyetçi geçinen yüzlerce işsiz-güçsüzü ODTÜ’ye işçi olarak aldı; çıkan olaylarda insanlar yaşamını yitirdi. Üniversite bir yıla yakın bir süre kapalı kaldı.

Mütevelliden önce özgürlük
Vietnam Savaşı’nın en yoğun günleri, 1960’ların ikinci yarısı; her gün onlarca ABD askerinin ölüm haberi geliyor; kamuoyunun ayakta olduğu o ortamda New Jersey Eyaleti’nin Rutgers Üniversitesi’nde Eugene Genovese adlı bir tarih profesörü, üstelik derste, “Savaşı Vietkong (Vietnam komünistleri) kazanırsa sevinirim” anlamında sözler ediyor.
Bunun üzerine 1950’lerin başında McCarthycilik denilen antikomünist saldırılar nedeniyle düşünce özgürlüğü sicili aslında bozuk olan ABD’de, öğretim üyesinin atılması için kamuoyu baskısı artıyor. Üniversite yönetimi ve Mütevelli Heyeti uzaklaştırma kararı alıyor. Karar onaylanmak üzere New Jersey valisine geliyor. Seçimle işbaşına gelmiş olan vali:
- ABD Anayasası ifade özgürlüğünü güvence altına alıyor; ben bu kararı onaylamam, diyor! Öğretim üyesine dokunulmuyor; vali sonraki seçimi de kazanıyor.
ODTÜ ve Rutgers örnekleri kanıtlıyor ki, rektörlük sorununun bilimsel çalışma özgürlüğü ortamı oluşturacak biçimde çözümü için Mütevelli sistemi hiç de yeterli değildir.
Çözüm, düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırsız kılmakta ve kullanılmasını güvence altına almakta yatıyor.
Toplumcu sanatın çok yönlü büyük simgesi, özgürlük ve barış savaşçısı Tarık Akan ışıklar içinde olsun, sevenlerine başsağlığı dilerim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları