Saraylı üniversiteler

23 Kasım 2016 Çarşamba

Üniversitelerde KHK kararıyla rektörlük seçimleri kaldırıldı ya, şimdiYÖK fellik fellik ilanla rektör arıyor 19 üniversite için…

Aslına bakılırsa eskiden de ortada seçim meçim yoktu. 12 Eylül’ün otoriter iradesince getirilen uygulamayla üniversite bünyesinde nabız yoklaması nev’inden bir oylama yapılmaktaydı. Orada şekillenen sıralama, YÖK tarafından “görülen lüzum” doğrultusunda yeniden tanzim ediliyor ve cumhurbaşkanının “tensip”lerine sunulan üç isimden biri (birincisi değil) rektör atanıyordu.

Dolayısıyla esasen dostlar alışverişte görsün tarzı bir sözde seçimdi mevzubahis olan. Devlet çoğu zaman yine bildiğini okuyordu.

Bu bakımdan önceki uygulama ile şimdiki KHK arasında sadece derece farkı olduğu söylenebilir. Önceki de insafsızdı, bu daha da insafsız. Önceki de üniversitenin kurumsal özerkliğini hiçe sayıyordu, bu daha da hiçe saymakta. Önceki de öğretim üyesinin mesleki kimlik ve saygınlığını sıfırlamaktaydı, bu sıfırın altına indirmekte.

Fakat olup bitenin en saçma ve komik yanı, alınan karara gerekçe olarak gösterilen “sorun”…

Deniyor ki üniversitelerde rektör tercihini belirleme yolunda yapılan seçimler, öğretim üyeleri arasında kliklere, gruplaşmalara, saflaşmalara neden oluyor ve huzurlu bir akademik ortam bırakmıyormuş.

Dolayısıyla da bunun üstesinden gelmek bir “devlet borcu” telakki edildi! O yüzden de “Devlet Baba”, kendi kendilerine yönetici belirleme olgunluğunda olmayan hocaların birbirine düşmesini önleme sorumluluğuyla hareket ederek karara vardı:

Rektörleri cumhurbaşkanı belirleyecek!..

Bu, “paternalizm”dir ve bunun olduğu yerde de üniversitenin olmaması, olmasından çok daha iyidir.

Dolayısıyla Boğaziçi’nde 403 öğretim üyesinin 348’inin tercihine mazhar olup yüzde 86 oyla rekor kıran, yani hemen hiçbir klikleşmeye mahal bırakmayacak bir kabul gören Prof. Gülay Barbarosoğlu, dinbaz siyasal iradenin reddiyesiyle karşı karşıya kalınca en doğrusunu yapmış 40 yıllık akademik hayatını noktalama kararı almıştır.
Böyle üniversite de olmaz, üniversiteli de olunamaz çünkü.

Mesele, sizin üniversiteyi toplum içinde ve devlet karşısında nerede gördüğünüzle, nasıl algıladığınızla, nereye koyduğunuzla ilgilidir.

Pratikte ne kadar geçerli ayrı konu, ama idealde üniversite “5’inci kuvvet”tir.

Yasama karşısında eşit ağırlıkta bir kurumdur.

Yürütme karşısında eşit ağırlıkta bir kurumdur.

Yargı karşısında eşit ağırlıkta bir kurumdur.

Medya karşısında eşit ağırlıkta bir kurumdur.

Bu idealde böyledir ve pratikte de böyle olabilmesi için çaba harcamak kendisine öğretim üyesi diyen herkesin boynuna borçtur.

O yüzden akademik-idari özerklik her daim mücadelesi verilen bir meseleydi.

O yüzden çoğu kraldan çok kralcı olsa da hâlâ “Kral çıplak” da diyebilen, kendisini bir toplumsal “kuvvet”in parçası sayan hocalar üniversitelerde vardı.

O yüzden şu en ağır baskı ve korku ortamında dahi barış için imza atan akademisyenler çıktı.

Dolayısıyla esas “gerekçe” bellidir. Bir mum ışığı gibi titrek ve zayıf bile olsa “üniversite” adına mevcut son umut kırıntılarını da yok etmek.

Rektörlük seçimi klikleşmeye yol açıyor falan, bunlar hikâye…

Kuvvetler ayrılığından “kuvvetler birliği”ne doğru başkanlık sistemi üzerinden doludizgin tutulan yolda arazi temizliğinin bir parçasıdır bu yeni “saray rektörlüğü” uygulaması. “5’inci kuvvet”in olup olmadığı bir yana, esamisi dahi okunmasın artık diye…

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları