Aslı Aydıntaşbaş

Umudunu yitirenler kulübü

27 Kasım 2016 Pazar

Bildiklerimizi alt alta sıralayalım…
Aslında Avrupa Parlamentosu kararının Türkiye’nin Avrupa’yla resmi anlamda ilişkilerinin sonu olmadığını biliyoruz. Ama ruhen, kalben işin bittiğini de...
Aralık ortasındaki Avrupa Birliği liderler zirvesinde, liderlerin parlamentonun “müzakereleri dondurma” yolundaki kararını uygulamayacağını da biliyoruz. Liderler, “Tamam böyle kalsın” diyecek; nasılsa bir şey olduğu yok.
Buna karşın Türkiye’deki mevcut iktidar devam ettiği sürece Avrupa yolunun bir daha asla açılmayacağını da biliyoruz.
İktidar medyasının sabah-akşam yaptığı yayınlara rağmen aslında meselenin iddia edildiği gibi “Avrupa terörü seviyor” olmadığını, gerçekte asıl sıkıntının şirazesinden çıkmış ve kimsenin aynı odada olmak istemediği bir Türkiye tablosu olduğunu, bunun da tamamen yerli ve milli bir prodüksiyon olduğunu da biliyoruz.
Ve tabii bu çivisi çıkmış ve Ortadoğu’ya yol açmış bu resme rağmen Avrupa’nın asıl derdinin Türkiye’yi (ne çok uzak, ne çok yakın) bir kol mesafesi uzaklıkta tutmak ve mültecilere set çekmek olduğunu da görmeyecek kadar kör değiliz.
Peki bunları görüyoruz da ne değişiyor? Geçen hafta sosyal çevremde Avrupa Parlamentosu’nun “müzakereleri dondurma” kararıyla ilgili iki farklı reaksiyon vardı. “Avrupa doğru yapıyor. Ankara’ya artık sert bir mesaj vermek lazım” diyenler ve “Hayır bu karar bizler için daha kötü; Avrupa kapısı tamamen kapanırsa bizi daha büyük bir karanlık bekliyor” tedirginliğini yaşayanlar.
Sahi, siz ne istiyorsunuz?
Bu sorum, Cumhuriyet okurlarına, aydınlara, muhaliflere, ezilenlere ve “Türkiye’nin aydınlık yüzü” diye tanımlayabileceğimiz ve hâlâ Batı değerlerine sahip çıkan tüm kesimlere. Bırakalım hükümeti ve o cepheden gelen ateşli demeçleri. Bizler ne istiyoruz Avrupa sürecinden?
Karşılıklı samimiyetsizlik üzerine kurulu bir müzakere süreci, an azından Batı’yla resmi bir bağımız kalsın diye devam mı etsin, yoksa inceldiği yerden kopsun mu? Sanırım bunu derken aslında hiçbirimizin tam olarak cevabını bilmediği şu soruyu soruyorum:
Türkiye’nin önündeki bu karanlık, yavaş yavaş düzelecek mi yoksa memleket daha da dibe vuracak mı?
Tabii ki hiçbirimiz bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Ama koca ve berbat bir yılı daha devirirken “Yok yok, düzelir” diyen insanların sayısı her geçen gün azalıyor. Yine kendi arkadaş çevremden örnek vereyim. Geçenlerde bir yemekte, geleceğe dair ekonomik senaryolar konuşulurken masadaki herkesin önümüzdeki yılının bu yıldan daha kötü olacağını varsaydım. Sonra konu ekonomiden de çıktı ve memleketin haline geldi. Ve içimizden biri “Önümüzdeki yıl bu zaman, bugünden daha kötü olacağına şüphe yok” dediğinde, kendimi başımı sallarken buldum.
İşte kahredici olan da bu. Bu ben değilim! Yani hayatımın hiçbir noktasında bu ülkenin geleceğine dair bu ölçüde şüphe ve umutsuzluk taşımadım. Çocukluktan beri hep mücadelelerin, gazeteciliğin, siyasetin içinde oldum. Ama gördüğüm tüm çirkinliklere rağmen yarının bugünden daha kötü olacağı hissine kapılmamıştım.
Ya siz? Siz söyleyin. Bunlar iyi günlerimiz mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları