Bağış Erten

Oyalıyor muyuz gerçekten?

21 Aralık 2016 Çarşamba

Yazmak için en güzel günler değil! Yaşamak için de... Mevsime bakarsak oynamak için bile! Ama biz geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim ve şunu kabullenelim: Ne oyundan bir tat alıyoruz, ne oynamaktan... Spor, sosyal bilimler teorisinde ‘boş zaman’ (leisure) çalışmalarına yakın durur, oysa bizim boş zamanımızda bombalar patlıyor ve bizden her şeye rağmen sporun peşinden koşmamız isteniyor. “İşimize bakalım” diye her ayağa kalktığımızda bir darbe daha geliyor. Biz de elimizden geldiğince çabalıyoruz. Aslında hakem yanlış yaptı, 4-4-2’nin şurası aksadı, falanca takımın kadrosu zayıf... İnsanlar sapır sapır dökülüyor, spor yapma çağındaki gençler birer birer değil onar onar ölüyor, biz hayat devam etsin diye incir çekirdeğine içerik olamayacak konuları uzun uzun konuşuyoruz. Belki de öyle olmalı gerçekten. Belki de eski misyonuna geri dönmeli spor. Bir endüstri gibi değil bir eğlenme aracı olarak insanları oyalamayı başarmalı. “Savaş zamanı ne kadar spor kalır ki” sorusunu tersine çevirip savaşı unutturacak bir misyon üstlenmeli. Kim bilir?

Savaş sporu vuruyor
Bu soruyu İkinci Dünya Savaşı’nın ortalarında savaşa katılan devletlerde pek çok kişi soruyormuş aslında. Amerikan Beyzbol Ligi temsilcileri konuyu başkan Roosvelt’e kadar taşımışlar. Diyorlar ki “Bu şartlarda devam edemeyiz. Ne moral kaldı ne de imkân.” Benzerini araba yarışlarında da görüyoruz. Önce şikâyetler yükseliyor, hemen ardından da duruyor araba yarışları. Biraz boks ve biraz da at yarışı dışında spor dünyasında savaş sırasında bir hareket kalmıyor. 1 Eylül 1939’da Alman tankları Polonya’ya girmesiyle İkinci Dünya Savaşı resmî olarak başlıyor ya. İngiltere’de ilk yapılan şeylerden biri futbol liglerinin tatil edilmesi oluyor. Çünkü görüyorlar, böyle zamanda olmaz öyle şey. Böyle de devam ediyor. Bir örnek: 1942 yılının sporda nasıl geçtiğine bakın. Neredeyse hiçbir spor organizasyonu yapılamıyor. Buna olimpiyatlar ya da Dünya Kupası da dahil. Tabii ki hiçbir şeyin yapılamamasında en büyük neden pek çok sporcunun cepheye gitmesi. Fakat gene de durum vahim. Nasıl olmasın. O yıllar büyük yıkım yılları. Koca İkinci Dünya Savaşı’ndan, insanlığın gördüğü en acı savaştan bahsediyoruz.

Devlet politikası
Ama nedense o kahredici zamanlarda dahi benzer tartışmalar var. Diyorlar ki bazı liderler, spor devam edebildiği kadar etsin. Beşik misyonunu mu seviyorlar, yoksa insanlara iyi gelsin diye mi? Hangisi olursa olsun sonuç aynı. O yüzden devlet politikası olarak destekleniyor spor. Savaşa gitmeyen kadınlar bile teşvik ediliyor (Bunun Madonna’nın oynadığı filmi bile var: Kızlar Sahada - A League of Their Own). Bir gram tebessüm için…
Ama çağ artık aynı çağ değil ki! Bugün önce şunu kabul edelim. Ortada eğlence falan yok. Bildiğiniz ekonomik rasyonellerin ağında profesyonel spor. Yapana sağlık falan da vermiyor artık. İzleyen de öyle halisane duygularla ‘kaçamak’ yapıyormuş, moral buluyormuş gibi hissetmiyor. O günler geride kaldı. Naiflik yok, tersine şiddet var, nefret var, kin var. Üstüne de kocaman paraların döndüğü bir endüstri var. Üstelik kimse de o beşiklerde uyumuyor. Orası hem kendine özgü başka sorunlar üretiyor, hem de yaşanan sıkıntıları çarpan etkisiyle büyütüyor. Bana “100 bin kişilik beşik yapın” diyen liderlerin gününde değiliz. Onlar arzu etse de, oralarda artık kimse sallanmıyor. Rahatlama, gevşeme alanı da olmadığına göre, artık yeni bir fenomenle karşı karşıyayız.
Hal böyle olunca insanın kafası karışıyor. Hakikaten bu haliyle bile devam etmeli miyiz? Gerçekten iyi geliyor mu? Rahatlatıyor mu? Unutturuyor muyuz? Bence bir düşünüp taşınmakta fayda var.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları