Hikmet Çetinkaya

Çığlık...

10 Ocak 2017 Salı

Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız...
Umut ve umutsuzluk...
Sevgi...
Kardeşlik...
Ne çabuk unuttuk bunları.
Her gün yeniden ölüyor kış...
Her gün yeniden ölüyor bahar...
İç çekişler arasında gidip geliyoruz hep birlikte.
Çok değil üç yıl önce falan...
Şanlıurfa’da dönemin Başbakanı “kanlı tarih”e inat, barışı müjdelerken insanlığın sayfasını açıyordu.
Şimdilerde unutulmuş bir konuşmanın o sayfasını okudum dün sabah.
2017’nin ilk günlerinde alçak terörün izleri geçmemişken mavi göğün şaşırtıcı görüntüsünü, zamana yenik düşmenin hüznü içinde her gün doğan ve her gün ölen günleri, ilkyazı düşündüm.
Kanlı tarihin sayfaları ölüm kusuyordu...
“İşte o yazı”dan bir bölüm:
“Ocaklar söndü, yürekler yandı, huzurumuz kaçtı. Maddi olarak da çok ağır bedeller ödedik.
Terör sorununu hukuk içinde hamdolsun çözüyoruz. Demokrasiyle çözeceğiz dedik. Ekonomik kalkınmayla, hizmetle, yatırımla çözeceğiz.
Sadece güvenlik tedbirleriyle çözülmez, dedik. Kültürel, demokratik insani hakları teslim ederek çözeceğiz, dedik.
En önemlisi, kardeşlik hukuku içinde çözeceğiz, dedik.”
Üç yıl geçmiş aradan...
Kanlı bir süreç içinde yaşamışız bugüne dek.
Ve yaşıyoruz...
2016’yı giderek ivme kazanan kör terörle, FETÖ’cü kanlı darbe kalkışmasıyla yaşamışız.
Çocuklarımız şehit düşmüş, genç bedenler toprağa verilmiş.
2017’nin ilk günü şafak söktüğü saatlerde İstanbul’da Adli Tıp önünde ölülerimizin aileleri toplanmış.

***

Önce derin bir sessizlik, ardından yükselen çığlıklar...
Artık ölmesin ilkyaz, kış, güz...
Öyle düşünüyor, hayatın çiçekli bahçelerinde dolaşmak istiyorduk.
Oysa kör, hain terör peşimizi bırakmıyordu bizim.
Olan sivillere, güvenlik güçlerine oluyor, kardeşlik hukukunu geliştiremiyorduk.
Hiçbir dönemde gazeteci, gazeteciye düşman olmuyor, meslektaşlarını “kapatın bu gazeteyi, tutuklayın şu gazeteciyi” diye ihbar etmiyordu.
Neden böyle olmuştuk?
Yeni yılın ilk günü...
Adli tıp önünde bekleyenler... Yabancı turistler, bu coğrafyanın insanlarına yeni yıl kutlamaları çok görülmüş, ölümün adresi yazılmıştı.
Üç yıl önce ve üç yıl sonra...
Bu acı sorunu çözecektik...
Çözemedik...
Kardeşliği en güçlü biçimde yaşama geçirecektik.
Yapamadık...
Annelerin gözyaşlarını silecektik.
Silemedik...
Diyorduk ki:
“Ne yaptılar? Çözüm sürecini baltalamak istediler. Pensilvanya’daki zat ve buradaki yandaşları, maşaları. Devlet içinde örgütlenmişler. Doğu’da ve Güneydoğudaki bahar havasından rahatsız oldular.
Bölgedeki değişim, gelişim ve kardeşlikten rahatsız oldular.
Şanlıurfa’yla Trabzon’un, İstanbul’un, Diyarbakır’ın, İzmir’in kucaklaşmasından rahatsız oldular.
Seçim sürecini sabote etmek isteyenlere 30 Mart muhteşem duruşumuzun cevabı olacak. Bu süreç başarıyla ilerliyor.
Eski günlere, eski Türkiye’ye dönülmesine asla izin vermeyeceğiz.”
Mutluyduk!
Aydınlık sabahlarda uyanacağımızı umut ediyorduk.
Konuşuyorduk:
Suruç’ta Mürşitpınar Kapısı açıldı. Suriye normalleşince Akçakale de açılacak. Suruç’ta tarih yazıyoruz. Türkiye’nin en uzun sulama tüneli hizmete giriyor.”

***

Tüm düşlerimiz yok oldu...
Hain terör bitmedi...
FETÖ, PKK, IŞİD...
Yüreğim yangın yeri...
Kendi çocuklarımız için yapılması gerekenler zamanın içinde eriyip gidiyor ruhumuzdan.
Hayat tıpkı kanlı tarihin sayfaları gibi...
Şairin dizeleri vuruyor günün ilk saatlerinde ölü bir kentin üzerine...
“Güneş gözlerimi oyuyor. İki yıldız, kırmızı tüylerini sürüyor boş oyuklara...
Görkem, kanatların kıvrımı, yırtıcı bir gaga. Bir türküye başlıyor gözlerin ansızın... ”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları