Hikmet Çetinkaya

Kadınlarını öldüren ülke...

28 Ocak 2017 Cumartesi

Çocuklarını, gençlerini, kadınlarını sevmeyen bir ülke olduk... Onların yaşamlarını altüst ettik, öldürdük, zindana attık.
Şafağın rüzgârı dağların tepelerinden yamaçlara, vadilere doğru eserken onların gözlerinin içine bakın ne istediklerini anlamak için...
Yangın merdiveni bile doğru dürüst olmayan yurtlarda ölüme teslim ettik onları.
Alevlerin içinde cayır cayır yanarlarken sadece seyrettik. Kimilerini zindanlara attık...
Sevmedik onları hiç...
Kadınları öldürdük sokak ortasında...
Öyle bir duruma geldik ki, bunlara alıştık...
Bulanık akan ırmaklara, yaşamın gizli karanlığında bir kış sabahı seslenirken, acının orta yerinde durduğumuzu fark bile edemiyorduk.
Yaşamın suç ortağıydık!
Bir düşün sarmalındaydık kış güneşinin altında. Yağmurlu, karlı sabahlarda. Ayaz kirpiklerimizi donduruyordu.
Perişandık!
Acılıydık!

***

Bir kısım erkekler, babalar, oğullar, nişanlılar, kocalar; istatistiklere göre 2015’te 278, 2016’da 290 kadın ve genç kızı öldürdü.
Son iki yılda 300 kadın tecavüze uğradı.
Son bir yılda işlenen cinayet sayısı 3 bin...
Ölümlü trafik kazalarının sayısı nereden baksanız 700-800.
Öldük, öldürüldük sayısı ise 3 bin 800...
Bunların 400’ü çocuk...
Ne kadınları, ne çocukları, ne de gençleri seviyoruz...
7 Haziran’dan sonra ölen sivil sayısı 300...
Ölümlerle yatıp ölümlerle kalkıyoruz...
3 bin civarında intihar var benim ülkemde... Yarısının intihar etme nedeni bilinmiyor...
Yaşamın derinliğini, sevginin yüceliğini çoktan unuttuk biz.

***

Yves Bonnefoy’un dizeleri gibi hayat...
“Kaldırılan kol ve döndürülen kol
Ancak ağır başlarımız için eşzamanlıdır.
Ama bu yeşillik ve çamur çarşaflarını atın
Ölüm ülkesinden bir ateş kalır sadece.”
Önünde yağmuru sürüyen rüzgârın girdiği şehirler...
Sizi ancak o ülkenin eşiğinde aydınlatacak.
Zamana ayak uyduracaksınız.
Ve haykıracaksınız tüm gücünüzle...
Hangi solgunluk vuruyor seni, yeraltı ırmağı, hangi damar kopuyor ki sende, yankılanıyor düşüşün orada!
Ansızın tutuşuyor her şey...
Yüzün geri gidiyor.
Hangi artan sis saklıyor benden bakışını?
Usul gölge uçurumu, ölümün sınırını...
Sessiz kollar karşılıyor seni, başka bir kıyının ağaçları.
Ölüm haberleri, kör terör...
İçimizde derinlerden gelen bir sızı...

***

Bilinmeyen mevsimlerin içindeyiz şimdi.
Bir yılda en az 1700 işçi ölüyor. İşverenler ve patronlar susuyor. Bilmem şu kadar işçi, can güvenliğinden yoksun çalışırken ölüyor.
Aralık ayında ölen 137 işçiden 15 yaşındaki Hekim, inşaatta ısınmaya çalışırken sobadan zehirlenerek ölüyor.
Hekim’in bir günlük ücreti 30 liraymış...
İş cinayetlerinde can veren “mülteci” sayısı bir yıl içinde 50’yi geçmiş işte. Ayvalık, Bodrum’da çakma botlara yüklenip adi süngerden can yelekleriyle sahile vuranların sayısı kaç?
Yaralı şaşkın yapraklar gibiyiz toplum olarak. Ölenler öldükleriyle kalıyorlar işte.
Ağızlar son yıldızlarla kirli. Rüzgâr işliyor içimize.
Havada kar taneleri...

***

Sessizliğimiz suyun kıyısında bocalarken, hayatın ortasında bir ağıt yakılıyor sabah sabah...
Kapı açılıyor, bir orkestra giriyor içeriye...
Her yer yeryüzünün tortusuyla kaplı.
Toprak bu sabah yüzümüzü aydınlatıyor...
Bu gece...
Duygularımız paramparça...
Gözlerin neşesini yitirmiş, görüyorum...
Ölü kadınlar, çocuklar, gençler...
Onları öldürenler.
Babalar, oğullar, amcalar...
Senin dudaklarında çıplak ot ve çakmaktaşının şavkı...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları