Fakat Müzeyyen...

05 Şubat 2017 Pazar

Kıymetli Hakan Abim,
Kulağıma geldi, cezaevinde “Fakat Müzeyyen...”i, 6-7 kez okumuşsun. Çevre, bilim - teknoloji, iletişim gibi konular ile derin ilgili biri olarak, ulaşabildiğin kitabın “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” olması... Gülersem gücenme abi ama bu “çifte ceza” durumuna giriyor sanki.
Kıymetli abim, uzun zaman oldu görüşemedik. Ben bildiğin gibi, kendine havuç uzatıp koşan adam. Projeci. Biraz yaş aldım, biraz hızım kesildi haliyle, biraz matematik öğrendim belki ama birtakım temel hasletlerim değişmedi. “Temel hasletlerin değişmezliği” ifadesi de Süleyman Demirel’in bir röportajından aklımda kaldı. Zaten Süleyman Bey’i ne zaman hatırlasam, Çağlayangil’in “CIA altımızı oyuyor” cümlesi de koşup geliyor. Hafıza ne kadar garip bir şey.
Kıymetli abim, bilirsin benim zıp zıp bir aklım var. Yukarıdaki “hafıza” kelimesi, beni bir “zaman yayı”na fırlattı. Bir haber okumuş idim, bu mektup için metni araştırdım, buldum. Şudur:
“Mars’a insanlı uçuş için çalışan NASA, Mars kaşiflerini radyasyondan korurken içeriye giren ışığı kesmeyecek bir Mars Buz Evi tasarlıyor.
Eğer gezegende su bulurlarsa evi yapacaklar. Su bulunma olasılığı yüksekmiş. Su konusunda beklentileri o kadar yüksek ki; ... Bu da Mars’taki yaşam alanı oluşturma tasarımlarını yakından etkiliyor. Örneğin, ilk bakışta sıradan kutup iglolarına benzeyen ve Yıldız Savaşları’nda Luke’un amcası Owen’e ait eve benzeyen ‘Mars Buz Evi’ bu tasarımların başında geliyor. Şişirilebilme özelliğine sahip Buz Evi’nin dış yüzeyi sulu buz ile kaplı.’’
Bir kuşak önce varsayım olan bir şey artık yüksek varsayım. Yani bir nevi yarı-gerçek. Yani ilerideki bir zamana randevu verdik. Zihnimizdeki zaman yayı belirsiz bir alanı geçip, ileride bir yeri belirledi. O belirlediği yere bir yapı kondurdu. Yapıyı 1970’lerin popüler bir filminden örnekledi. Yıldız Savaşları’nın mekân-kostüm-nesne tasarımındaki tavrı geriye dönük referansların bir karışımı bence. Ortaçağ esintisinden modern dönem barlarına kadar bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız esintiler taşır. Fakat hikâyeleri ilerideki bir zamanda geçmektedir.
Mars haberi ile, bir kurmaca içindeki ileri-geri esnek zaman yayı, gerçekliğimiz içinde bir meşruiyet kazandı. Veya bana öyle geliyor. Gerçeklik algımız ne idi, şimdi ne, nereye evriliyor... Boyumu aşan konular ama insan merak ediyor haliyle.
İzninle ben yine Müzeyyen’e döneyim. Filmini yaptılar. Erdal Beşikçioğlu esas oğlanı oynadı. Bana film hakkında düşüncelerimi sordular. Hatta sen bana sormuşsun gibi cevap vereyim.
Kitabı defalarca okumuş biri olarak senin gözünden kaçmamıştır. Kitaptaki adam Türkiye şehirli erkek kültürü içinden bir adamdır. Oradaki şehir kültürü Sadri Alışık’lı “Ah Güzel İstanbul’’ ile Şener Şen’li “Muhsin Bey’’ arasında salınır. Bence bu 2 film birbirine kısmen benzer. Sadri Alışık ve Şener Şen, medeniyet kaybı sızısı taşıyan adamlardır. Kendilerini ait hissettikleri kültürel kodlar, “yeni” denilen bir şey tarafından kemirilmektedir.
Kitapta o kültürel kodlar ile oynadım. O kodların bir kısmını az çok tecrübe etmiş biri olarak ama bir tür ironi ile. Çünkü o kodlar, dil, musiki, o rind tavırlar dedim, belki de insanın kendine bir yalan örmesine imkân veriyor olabilir. Böylece terk edilmiş bir erkek, o kültürel kodları kullanarak, gönül yarasını bize öyle bir güzel takdim eder ki, hep birlikte ortak oluruz örülen yalana. Ruhumuz duymaz işin iç yüzünü, hatta duygulanırız o esnada.
Film buradan bakmadı. Bu beni rahatsız etmiyor. Özgür olmaları ve kendi kavramları ile düşünmelerini tercih ettim. Yine ederim. Düşünce, yaratı, ifade çeşitliliği iyi bir şeydir, buna inanırım.
Hasan Ali Toptaş’a da benzer bir soru sormuşlar, kitabı film olduktan sonra. “Okuyan kişiye ışık, film izleyicisine karanlık gerekir’’ demiş.
Selam, sevgiyle kıymetli Hakan Abim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Önce Cumhuriyet! 9 Eylül 2018
İklim için ses ver! 2 Eylül 2018
Özel yaşamın sonu mu? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları