Eylem Delikanlı

Bir arada ve umutluyuz!

12 Nisan 2017 Çarşamba

Güzel bir ekim akşamıydı, bahçede oturmuş sohbet ediyorduk. “En çok çocukların hikâyelerini dinlemek lazım” diyerek kendi çocukluğunun darbe günlerini anlatmıştın. Üzerimizde tuhaf bir ağırlık, yine de umuda yelken açan bir tonu vardı sözlerimizin. En nihayetinde, sen de son darbe girişimini anlatmaya gelmiştin ve konu ister istemez karşılaştırmalarla son bulmuştu. 12 Eylül mü daha kötüydü, diğerleri mi? Şu dönem işkenceleri mi daha insanlık dışıydı, bu dönemkiler mi? Belki de sadece çocukları anlatan bir çalışma yapmalıyız demiştik en sonunda. Şimdi durup düşünüyorum da çocukların çoğu darbe hikâyesi mektuplarla örülüdür. İçeriden dışarıya gönderilen umutlar, çizilen resimler, anlatılan hikâyeler, hep gelecek güzel günlere dair kelimelerin art arda dizilişi… Annelerin ve babaların geride kalan çocuklarıyla tek bağı. Bu bağla satranç öğrenen, bu hikâyelerle geceleri uykuya dalan, çocukluğunu, ergenliğini ve ilk gençliğini geçiren çocuklar… Sonra onların dışarıdan içeriye taşıdıkları gökyüzü, renk renk kurutulmuş çiçekler, çizgili kâğıtlardaki aileden haberler… Bu çocuklara yüzlercesi eklendi şimdi. Bunlar, en azından yazacak biri var diye kendini şanslı bulan çocuklar. Yalnızca onlar da değil bir dosttan diğerine uzanan bir eldir çoğu zaman mektuplar. Şimdi dünyanın dört bir yanındaki dostlarının selamını almana engel olan böyle bir kötülük işte.

Arkadaşlar çokça yazdı, çizdi. Sana ve diğer basın emekçisi arkadaşlara yöneltilen suçlamaların saçmalığının yedi düvel farkında. Yakın bir gelecekte bugünleri anlatırken yapılan tüm bu haksızlıklar dönemin yekpare bir özeti olacak. Korkunun hüküm sürdüğü bir coğrafyada yan yana gelmekten imtina edenlere inat adaletsizliğe karşı durmanın, doğrudan güzelden yana olmanın, sessizliği kırmanın bir bedeli olacaktı elbet. Ama inan ki; bu cesaretin New York’ta bir meslektaşına ilham veriyorsa, hiç tanımadıkların seninle dayanışma içinde olmak adına bir mesajımızla bir araya geliyorsa, sesini duymadığın, elini sıkmadığın birçok dost dünyanın dört bir yanında sesine ses katıyorsa muktedirin duvarları seni asla hapsedemeyecek. Bir gazeteci olarak sana yapılanlar yalnızca basın özgürlüğüne bir saldırı olarak da açıklanamaz. Yaşananların var olan diskurla, konvansiyonel konseptlerle de tanımlanamayacağı aşikâr. Anın tarihselliğinde yeni bir dil ile bir bellek yaratma çabamız da olmalı. Bu çabada öfke de bir etik karşı duruş olarak yerini alacak elbet. Nazilerin elinde Auschwitz, Buchenwald ve Bergen-Belsen kamplarına gönderilen deneme yazarı Jean Améry geçmişi nasıl hatırladığımızı, akla gelmeyecek kötülüklerle nasıl hesaplaştığımızı, nasıl yüzleştiğimizi sorgularken meşru beklentilerin gerçekleşmemesi durumunda öfkenin ve kızgınlığın da onurlu bir duygusal yanıt olduğunun altını kalınca çizer. İşte yarın sana, Mahir’e, tüm basın emekçilerine, siyasi tutsaklara yapılanları anlatırken, Sur’u Cizre’yi resmederken, akademisyenlere yönelik baskıları hatırlatırken hep öfkenin bu kurucu gücüne sığınacak, ondan -yaşananları unutmamak adına- gerçekçi, adilane ve hesap soran bir diskur yaratacağız. Baskılar hep vardı ve var olacak. Fakat ne kötülüğün hegemonyası dayanışmamızın önünde durabilir ne de mesafelerin korkutuculuğu bizi durdurabilir. Bizim için seni vazgeçilmez kılan ise yalnızca iyi gazeteciliğin, meslek etiğin ve kılı kırk yaran hallerin değil, suskunluğun ve sessizliğin ne menem bir kötülük olduğunu bilmen ve onu kırarkenki direncinle başka hayatlara da derinden dokunabilmen.

Ahmetçiğim,

Seni çok özlüyoruz ama çok yakında aramıza döneceksin, buna inanıyoruz.

Başta Özgür, çocuklar, Çağhan, Özlem, Aylin, Ebru, Sergül ve Hülya olmak üzere buradaki tüm arkadaşların sevgi ve selamlarını gönderiyorum. Bizim yapacak çok işimiz, sana da sözümüz var.

Bıraktığın gibi bir arada ve umutluyuz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir arada ve umutluyuz! 12 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları