Ahmet İnsel

Milli Reis dönemi başlarken

02 Mayıs 2017 Salı

AKP iktidarının on beş yıl sonunda plebisitçi otokrasiyle veya yerli ve milli bir ifadeyle reisçi keyfilikle sonuçlanmasının, Türkiye’ye özgü tarihsel ve sosyal nedenleri kadar, dünyada yükselen milliyetçi muhafazakâr otoriterlik dalgasıyla titreşim içinde olmasının da aynı ölçüde payı var.
Bu reisçi keyfiliğin arkasında, bir yüzyıldan beri devam eden ve bütün tarafların varlık-yokluk mücadelesi olarak algıladıkları kültür savaşlarının, Cumhuriyet yönetimlerinin başından beri aralıksız yürüttükleri etnikdini kimlikli makbul vatandaş politikasının ve Türkiye toplumunda hemen her alanda ve bütün kesimlerde karşımıza çıkan güçlü otoriter reflekslerin etkileri var. Giderek despotluk dozu artan egemen güç, bu siyasi ve sosyal etmenlerin yarattığı toplum olamama halini iktidarını pekiştirme aracı haline dönüştürüyor. Bütün kurumların tek bir güce bağlandığı ve içlerinin boşaltıldığı, içi kof ama kabuğu sert bir rejim kurulmuş durumda. “Yeni Türkiye”, hukuk devleti olma niteliğini kaybetmekle yetinmeyen, kanun devleti bile olmakta zorlanan bir keyfi yönetimin alameti farikası artık. İktidarın içinin koflaşmasının giderek daha fazla kaba kuvvet, tehdit ve keyfi kural ve yasalarla telafi edilmeye çalışılacağı, bu bağlamda “ileriye doğru kaçış”ın hızlanacağı bir süreçteyiz.
Ağırlığı iç etmenlerde olsa da, bu gidişatın dış etmenlerden de beslendiği aşikâr. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye’si” dünyada çeşitli ülkelerde boy gösteren bir siyasal alaşımın yerli versiyonu. Ahbap çavuş kapitalizminin hâkim olduğu, korumalı milli ekonomi görünümü altında mülklü hâkimiyetini, kamu kaynakları yağmasını ve sosyal güvencesizleşmeyi içeren politikaları uygulayan bu otoriter yönetimlerin ortak nefret nesnesi, demokrasi. Hindistan’da 2014’te başbakan olan, katı ve saldırgan bir Hinduluk (Hindutva) kimliğini savunan Narendra Modi’nin ve partisinin neoliberalizmle harmanlanmış etnik-dini milliyetçiliği, bu yeni popülizmin önde gelen örneklerinden birini oluşturuyor. Bu kültürel milliyetçiliğin neoliberalizmle izdivacının başka bir örneğini Macaristan’da iktidardaki Victor Orban ve partisi veya Polonya’da iktidarın iplerini elinde tutan Kaczynski ve kurucusu olduğu Hukuk ve Adalet Partisi veriyor. Genel olarak şoven bir kültürel milliyetçiliğin yabancı düşmanlığına dönüştüğü ve aynı zamanda ondan beslendiği, sayısal çoğunluk olmanın mutlak tahakküm arzusuyla birlikte kin ve nefret duygularını tetiklediği ama aynı zamanda ahbap çavuş kapitalizminin zirve yaptığı bir alaşım bu. Hemen her yerde demokrasi nefreti, gücün tek elde toplanması saplantısıyla birlikte dile getiriliyor.
ABD’de düşkün beyaz Amerikalının demokrasi nefretine dönüşen endişe ve kinini dile getirerek seçilen başkanın, aynı zamanda küresel neoliberalizmin en büyük kazananlarından birisi olması ilk elde şaşırtıcı geliyor. Ama küçüklü, büyüklü bütün yeni popülist otoriter şeflerin bir yandan küresel neoliberalizmden şikâyet eder gibi yapıp, diğer yandan toplumlarının piyasalaştırılmalarına, güvencesizleştirilmelerine sonuna kadar destek verdiklerini görüyoruz. Etnik-dini kültürel milliyetçilik, akut otoriterlik ve neoliberalizm birbirlerini tamamlıyor.
Bugün, 2 Mayıs 2017’de,Türkiye’de anayasada kendisine verilmiş ülkenin birliğini koruma görevini artık bir siyasal parti üyesi ve herhalde birkaç hafta içinde siyasal parti genel başkanı olarak yürütecek olan Milli Reis rejimine giriyoruz. Dünyanın demokrasi nefretiyle dağlanmış kesimi içinde örnek ülkelerden biri olma açısından “ileri” bir adım daha atıyoruz.
Bu içi kof, kabuğu görünüşte sert Milli Reis yönetimine karşı siyasal mücadele, evrensel demokrasi nefretine karşı mücadelenin bir parçası olmak zorundadır ve bu mücadelenin ilham ve güç alacağı tasarım esas olarak hümanist medeniyettir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları