Önce tekbirler bozuldu!

08 Mayıs 2017 Pazartesi

Başlık, bu gazeteye on yıllarını vermiş bir isim olan Oktay Akbal’dan esinlenme; onun 1946 yılına tarihlenen ilk kitabının adı, “Önce Ekmekler Bozuldu”dan…

Akbal, kitapta yer alan aynı adlı hikâyesinde İkinci Dünya Savaşı’nın kendi çocukluk ve gençlik döneminde yol açtığı ruhsal tahribatı anlatır. Şu satırlara bakalım:

“Ne olduysa o sonbahar oldu. Birden ‘savaş başladı’ dediler. Her şey birden değişivermişti. Biz barışta kaldık, yani vücutlarımız barışta kaldı, fakat ruhlarımız şehit düştü.

Aynen o hesap, dinin kutsal, ruhsal, manevi ve ahlaki önceliğini yitirip şu yalan dünyaya (“masiva”), onun çekişmesine, şiddetine, öfkesine, rüşvetine, kirine, pisliğine bulanmışlığını da “önce tekbirler bozuldu” diye değerlendirmek mümkün bugün...

Yani biz, yani vücutlarımız dinde, ibadette kalsa da imanımız şehit düşmüş durumda!..

***

Bu meseleyi geçen ay kitapçı raflarında yerini alan son kitabım, “Parti, Cemaat, Tarikat”ın giriş bölümünde işledim; “Tekbir ve Tekme” başlığı altında.

Orada tekbirin, Allah’ın büyüklüğünü, özellikle insanın insana zulüm, hiddet ve eziyetini ret yolunda vurgulayan, dolayısıyla insanda alçak gönüllülüğü (tevazu) öne çıkarmayı hedefleyen bir deyiş olarak ibadetin ayrılmaz parçasıyken;

Bugün, din adına kendi koydukları ölçü doğrultusunda toplumun bir kesimini ötelemeyi, ötekileştirmeyi, tekfir etmeyi (kâfir saymayı) iş edinmiş dinbaz siyaset erbabınca nasıl slogana ve bir kitlesel şiddet aracına dönüştürüldüğünü işaret ettim.

Tekbirin (Soma maden faciasında bir işçinin karnına AKP’li başbakanlık müşavirince patlatılan) “tekme” ile nasıl muteber ve eşdeğer hale getirildiğini kaydettim.

Tekbirin ve tekmenin böylesine hemhal oluşunu AKP’nin ayırt edici karakteristiği olarak not ettim.

***

Bunlar zor, hassas ve tehlikeli konular.

Çünkü birisi çıkar, kim olduğunuza, nerede yazdığınıza bakar ve sizin tekbire hakaret ettiğiniz çarpıtmasında bulunur.

Siz, tekbiri slogana dönüştüren karanlık ruh halinin dine zarar verdiğini anlatmak istiyorsunuzdur, ama bunu göz ardı eder, ettirirler.

Ta ki dindar kesimden biri, samimiyet ve cesaretle aynı soruna değinene kadar…

Geçen hafta böylesi bir yürekli ses, Karar gazetesinde Mustafa Çağrıcı’dan geldi.

İslam düşüncesinde ahlak anlayışı üzerine saygın çalışmalarıyla ve ibadette, camilerde kadının yeri ve temsili üzerine cesaret dolu “modern” yorumlarıyla tanıdığımız eski İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, 3 Mayıs 2017 tarihli köşe yazısını “Tekbir” başlığı altında kaleme almış.

Orada bizim yukarıda eleştirisine gittiğimiz aynı hususta o da İslami söylem ve pratiğin içerisinden bir üslûpla serzenişte bulunuyor.

***

Çağrıcı hocanın, “dine ait olan bir şeyi –mesela tekbiri- dinin dışında kullanmak dine zulümdür” sözü, yazısının özeti niteliğinde.

Ancak yazı boyunca bu söze getirdiği açılımları da es geçmek mümkün değil. Mesela:

“Elbette bir Müslüman, Rabbi ile baş başa olduğunu düşündüğü zaman ve ortamlarda Allah’ı zikreder, tesbih ve tekbir okur, bu bir ibadettir. Ama bir statta, tezahüratta, protesto yürüyüşlerinde, din ile ilgisi olmayan bir toplantı ya da gösteride ‘Allâhu ekber’ gibi mübarek ve mukaddes dinî değerlerin ne işi var! (…) Dini, gönül dünyamızdan çıkarıp slogana, etikete, afişe taşıdığımızda bunun en büyük zararı dine, onun kutsallarına, samimi inananlarına olmaktadır.”

***

Prof. Çağrıcı yazısını, en başta Diyanet yetkililerinin bu meseleye ilişkin konuşması, yazması ve bu yanlışları yapanları bilgilendirmesi gerekmez mi sorusuyla noktalamış.

Yok, Hocam olur mu, Diyanet bu gibi “dini içten yıkan” meselelerle uğraşır mı hiç!..

İnsanların yılbaşını kutlayıp kutlamayacağı; nişanlıların flörtleşip flörtleşmeyeceği, el ele tutuşup tutuşmayacağı; kadınların kaşlarını, kıllarını, tüylerini aldırıp aldırmayacağı gibi mühim mi mühim hususlarda fetva kesmekle meşgul o!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları