Aydın Engin

Sesini duyuramayanlar için...

25 Mayıs 2017 Perşembe

Biz gazetecileri geçin, siz gazete okurları bile tutuklu meslektaşlarımızın, siyasetçilerin, akademisyenlerin adlarını büyük ölçüde ve bir çırpıda ve ezbere sayabilirsiniz.
Çünkü meslek dayanışması ile, demokrat milletvekillerinin, hapishane ziyaretleri sonrasında aktardıkları ile, avukatların haftada bir de olsa yüz yüze görüşme olanağı bulup anlattıkları ile hatta çamur atmak için fırsat arayan ve bol bol bulan “gazetecimsiler”in katkıları ile adları, hapishanede yaşadıkları, dayatılan koşullar duyuldu, duyuluyor.
Bir de sesini duyuramayan, duyurabilecek fırsat ve olanaklardan yoksun olanlar var ve sayıları yüzlerle değil, binlerle ölçülüyor.
Tırmık’ta kim bilir kaçıncı kez yazıyorum: Masamın üstünde birikmiş, üst üste konduğunda neredeyse boyumu aşan “hapishane mektupları” var. Her biri yürek yakan birer acı çığlığı ve her biri umutsuz bir adalet arayışının yazılı tanığı, belgesi...
Hangi birini alıp hangi birini ve ne kadarını aktarabilirim ki?

***

Kendi öz deneyimlerimden (de) iyi biliyorum. Dört duvar arasında verilmiş bir aylık bir görüş yasağı gazeteciler için haber değeri taşımaz, tutuklu ya da hükümlünün yakını olmayanlar için yürek sızlatmaya yetmez.
Peki, ya o tutuklu ya da hükümlü için?
Üç ay, bir ay, bir hafta görüş yasağının, haberleşme yasağının anlamı o kadar önemlidir ki? O kimin hangi yetkiyle verdiği çoğu kez bilinmeyen “yasak” mapus damındaki için dünyaya açılan pencerenin kapanması, tutukluluğunun, hükümlülüğünün üstüne bir de zifiri karanlık bir perde inmesi demektir...
Yüzlerce mektuptan onlarca örnek sayarım. Biriyle yetineceğim. Kandıra F Tipi Hapishane’den bir kadın hükümlünün mektubundan...
Sizlere çırılçıplak bir soru:
Siz hiç kullandığınız tuvalette, aynı bir plastik kapta hem bulaşık hem çamaşır yıkayıp, diş fırçalayıp, hem elinizi yüzünüzü yıkayıp, hem diş fırçalayıp, hem “küçük” hem “büyük” ihtiyacınızı giderdiniz mi?
Yurdum hapishanelerinde, mesela Kandıra F Tipi hapishanede tuvalet gibi “temizlik” çağrıştıran bir sözcükle değil, “kenef” gibi bir sözcükle adlandırılması gereken, pislik ve ağır kokudan ibaret bir daracık hücrede Türkân Özen ve hücre arkadaşları yukarıda saydığım “hacetler”inin tümünü o kenefte karşılıyorlar. Hem de aylardır.
Aynı hapishanede 3 kişilik hücrede 5 kişi kalmak zorunda bırakılan ve ranzada değil betona serilmiş ve 1998’den beri yani 19 yıldır kullanılan şiltelerde uyumak zorunda olan hükümlüler var.
Mesela Nebiha Aracı ağır bir romatizma hastasıdır. Soğuk ve ışıksız ve rutubetli hücrede ağrıları katlanılmaz hale geliyor. Nebiha Aracı hastalığını öne sürüp tahliye, salıverilme filan beklemiyor. Masum bir dileği var: “Beni mümkünse güneş gören bir hücreye aktarın!..” Bu insani istek hapishane yönetiminin umurunda bile olmadı...
Gönül Bozkurt dışarıya bir mektup yolladı. Mektupta Enver Gökçe’den bir dize de yer alıyor. Kandıra Hapishanesi’nin Mektup Okuma Komisyonu Enver Gökçe ağabeyimin şiirinde “Tehdit içerikli ibareler” kullanıldığını hemen tespit etti ve o dizelerin üstü karalandı. Gönül Bozkurt’un yanı sıra şiir de dört duvarın içinde kaldı...
Yine Türkan Özen. Ciğerlerinden hasta. Akciğerinin bir bölümü ameliyatla alınmış. Havasız, nemli, küf kokan bir hücrede tutuluyor.
Yargıcın kestiği cezada bu koşul da var mıydı acep?

***

Tülin Seyhan, Nurgül Acar, Sultan Işıklı, Eylem Yücel, Yasemin Karadağ, Gülay Efendioğlu, Aysu Baysal, Menekşe Tosun...
Hayır olmayacak, çünkü sonu yok...

Sadece Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde kaldık ve o bile buraya sığmıyor.
Bu yazı yayımlandı diye pek bir şeylerin hatta hiçbir şeylerin değişmeyeceğini biliyorum. Ama sesini duyuramayanların sesi olmaya çabalamak da benim mesleğimin bir halkası.
Yazarken bile içimi acıtan bir halkadan söz ettim...
İstemeye istemeye yazıya nokta koyuyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları